Sen gelmeden
Aklımda hastane kokusunun buruk acısı, akılsızlığımda insan kokusunun çürük sancısı vardı..
Kendi iç dünyamın beşiğinde tıngır mıngır sallanıyorken yalnızlık bekliyordu başucumda, ağzıma ömür diye dayadığı namlusuyla..
İçimdeki yorgun çocuk, kara bahtının karası gözlerinden beyaz yaşlar akıtıyordu, aydınlık gurbetti ve
mutluluk ilâhi bir yoksulluktu..
Koparmaya kıyamadığı çiçeklerin en çok mor olanını severdi çünkü; mor kederdi, müebbet melankoliydi, kronik küslüktü..
İç huzurum mübâdil bâdirelerden kurtulamadı, vurdu kıyıya, kendi derinliğinde boğuldu..
Mutluluk gözyaşlarım ve hüzün kahkahalarım tek kale maç yapıyordu ve topun gözyaşlarına çarpıp hüznün kahkaha atan ağzında tuz golü olmasıyla son buluyordu..
Seni ilk gördüğüm an, tek celsede boşadım anılarımı..
Farkında lığın farkına vardım, kalkındım, silkindim ve Anka kuşu misali her yeni ağaran günde küllerimden yeni bir ben yarattım..
Anaçlığımı kırbaçlayan, şefkatimi perçinleyen, benliğimi bizleyen ve küslüğümü gizleyen oldun..
Doğuştan sağır ve dilli dünya döndükçe, sözümden özüm göründükçe ve gözümden canım süzüldükçe
Bu sevda bize kul köle olsun…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder