“Vecdin ilimde erimesi, ilmin vecd içinde kaybolmasından yeğdir.” Cüneyd-i Bağdadi

Agâh Tayfa

EZOTERİZM, FARKINDALIK ve KENDİNİ BİLMEK
 Ezoterizm’in önce kelime anlamı ile, edebi bir tarifinin yapılması gerekir. Sözlük anlamı olarak ezoterizm yalnızca belli sayıda müride açıklanan, halkın düzeyine inmeyen ya da inmemesi gereken doktrine denir. Görünümde olan, kütlesi bulunan canlı cansız tüm varlıklar kendi derinliklerindeki içsel yapılarında öyle olmuş olmalarının ya da varoluşlarının ontolojik nedenlerini ve niçinlerini içlerinde saklarlar. 

Dünyevi yaşam modelinin tek düzeliği, yani yüzeyselliği, aldatıcılığı, bir hayalden ibaret olduğu sonunda anlaşılan sanal gerçekliği asırlar boyu, az sayıda da olsa, bazı insanların ilgisini çekmiştir. Bu dünyada kısa bir süre için de olsa, var olduklarını bir fırsat bilen, uyanma ve farkına varma bilinci, dolayısıyla da gereksinimi içinde olan bu insanlar, içsel sırlara ermeyi kendileri için vazgeçilmez bir amaç olarak seçmişlerdir. İşte bu sırlara ezoterizm denir. Yapılan tüm çabalar sonucunda ortaya çıkan yorum veya daha doğru bir deyişle idraklere, ezoterik bilgiler, bu yoldaki çalışmalara ezoterik eğitim-öğretim, bunu yapan, uygulayan kişilere de inisiye denir. Başka bir deyişle ezoterizm sembolik olarak saklı bir gerçeği, gizli manayı meydana çıkarmaktır yani kutsal olana derin bir bakıştır. 

 İnisiyasyonun dilimizdeki karşılığı ikrar’dır. İkrar, dışarıdaki yabancı, bigane kişinin mahrem kişiye dönüşmesi, içeri alınması olup bireyde, varlığın bir alt kademesinden bir üst kademesine geçişi, ruhsal olarak gerçekleştirmeye yönelen süreçtir. Burada söz konusu olan, bir takım sembolik fiiller, edimler, manevi ve fizik deneyimler aracılığıyla, yeni bir hayata doğmak üzere öldüğü hissini aşılamaktır. İkrar'ın Batı dillerindeki karşılığı olan `initiation', Latince'deki `initium' sözcüğünden gelir. `İnitium' başlangıç, giriş demektir. Mahrem, ikrarlı karşılığı olan `initie' (inisiye) de `yola koyulmuş adam' anlamına gelir. ikrarlı kişi mutasavvıf'tan (mistik'ten) burada ayrılır. Mutasavvıf, çoğu zaman bir münzevidir, bir `intizamsızdır'. Ancak mutasavvıf şanslı bir hakikat yolcusudur. O nota bilmeden en güzel besteleri yapabilen bir doğaçlamacı gibidir. Oysa, ezoterik öğretilerde kişi ancak ikrara dayanan (initiatik) bir örgüt tarafından mahrem kılınabilir. R. Guenon'a göre, “Öğrenilip aşılanabilecek tek şey bu hallerin kazanılmasına hazırlayıcı metodlardır”. Aristoteles, Eleusis Gizemleri'nden sözederken, “öğrenmek yerine duymak” diyordu. 

Demek ki, ikrar yolu ile kişi kendi kendini kesin şekilde `gerçekleştirmekte', saklı olanaklarını kuvveden fiile çıkarmaktadır. Gene müritlere göre ikrar hali, bir defa kazanılınca artık kaybedilmeyen daimi bir hâldir. Burada unutulmaması gereken, bu “hal” in bir amaç değil bir yalnızca öyle oluş olduğudur. Ezoterik bilgilerin inisiyeye verilmesinde genellikle bir mürşide gereksinim vardır. Ancak, mürşit inisiyeye bu bilgileri o gerçekten aradığı zaman ve gerektiği miktarda vermelidir. Yani ezoterik öğretide yeni aşamalar sağlayacak bilgi susuzluğu ancak giderilecek kadar karşılanmalı böylece adayın arayış istenci hep canlı tutulmalıdır.
 
 Bilim ve bilinç bir birikimdir ve yavaş yavaş oluşur. O nedenle ezoterik öğreti insanları aşama aşama hakikate ulaştırmayı öngörür. Bu aşamaların esası sırlardır. Bu sırlar gizlidir ve verilmez ancak yaşanır, ya da oluşturulur. Nedeni ise bu sırların derin ezoterik anlamları arayış içinde incelenirken, inceleyenin de kendi bilinmeyen derinliklerine inmesinin gereğidir. Her objenin aynı zamanda bir simge potansiyeli ile yüklü olduğu ezoterik çalışma yönteminde aşama aşama hassaslaşan bir merhaleler zinciri izlenir. Yavaş yavaş oluşan bu birikimlerin somut ve görece doğalarından en soyut ve hassaslaşan temellerine indikçe sır ancak yaşanır ya da oluşturulur. Aksi takdirde, sır verildiği anda dogma doğar. 

Çünkü o verenin sırrıdır ve böylece içtenselleştirmediğinden dolayı alanın da dogması olur. Zaten bu nedenle ezoterizm bu içsel sırları onları idrake uygun olmayanlardan saklamak için görünüm değişimini veya başka bir deyişle imgelerdeki anlam yelpazesini kendisine temel unsur seçmiştir. Sembolizm böylece ezoterik öğretiye girmiştir. Jung’a göre, semboller psişik yapının kollektif imgeler deposu işlevini üslenirler ve bilinçdışı enerjiyi aktarmakta kullanılırlar. Simgeler, iletişim araçlarıdır; temsil ettikleri imgenin doğrudan özü olarak algılanmamalıdırlar. 

Bunların yanında menkıbe, alegori ve lejantlardan da sıkça yararlanılır. Böylece, kişi sembollerle düşünmeyi ve gizem çözmeyi öğrendikçe, genişleyen ve güçlenen zihninin artan bilinç kapasitesi ona zaman içinde aynı sembol ya da lejant’dan daha derin sonuçlar ve idraklar çıkarabilmesini sağlayacaktır. Görüldüğü gibi ezoterizm bu sayede sakladığı sır ve gizemleri, sözcüklerin sınırlı anlamları ile gerektiği şekilde nakledilememe tehlikesini de önlemektedir.

 Burada öğrenilmesi gereken ilk şey her türlü sembolle rahat çalışabilmektir. Kullanılacak sembollerin ezoterik ve okült (gizli) ilintileri vardır. Bunların haricinde kişinin aklına herhangi bir şey gelmemesi gerekir. Bunları kullandığı herhangi bir aletle farksız görmelidir. Aynı, ameliyat yapan bir cerrahın her türlü aleti ayrım yapmadan kullandığı gibi. Cerrah, eğer eline aldığı her aleti kafasında oluşturduğu çağrışımlarla bağdaştırmaya kalkışsa hasta açısından vahim bir durum ortaya çıkar. Aynı objektiflik ve tarafsızlık Hermetik öğrenci için de geçerlidir. 

Herhangi bir sembolü kullanırken, o sembole yüklenmiş duygusal içeriği değil, sembolün okült içeriğine erişilmelidir. Duygusallık, hakiki olana doğru yapılan arayışlarda ayak bağı olacak ve taraf olmaya meyleden sapmalara yol açacak engebeler ve engeller olarak düşünülmelidir. Duygusal yüklemeler bazı sembollerin bize çekici ve bazılarının itici gelmesine yol açmıştır. 

Duygusal yüklemeye tabii semboller arasından gamalı haç, haç, altı köşeli yıldız, beş köşeli yıldız, hilal vs. vardır. Ama aslında bütün bunlar ve nice başka sembol, okülttür. Her biri belirli ezoterik yasaları betimler ve kişi tarafından gereğinde kullanılır. Ezoterizm batıni ve kadimdir, kökleri tarih öncesine, ırkların, ulusların ve dinlerin daha henüz ayrışmadığı bir devire iner. Ezoterik çalışmaların içeriği sosyo-politik, ekonomik, veya hukuki değerlere ancak dolaylı yolla deyinir, ferdi ve grup açısından ise gelişmeye yönelik olup okült bilimlere dayanır. Dinlerin harici, zahiri yönleri değil, sadece evrensel gerçeklere dayanan ezoterik, batıni yönleri ilgi alanına girer. 
 
 Görece düzenin tüm şekil, obje ve hatta fenomenleri esas olarak en temel fiziki varlık ve enerji alanı olan kuantum alanının birer görünümü olarak ortaya çıkmış olduklarından her biri birer sembol değerinde düşünülmelidirler. Taşıdıkları anlam yelpazesi henüz ifade dahi bulmamış, oluşmamış bir enerji kaynağı durumundan, tarif bulmuş, en kaba biçimi ile ortaya çıkmış veya başka bir deyişle ifade bulmuş oluşumlar, varlıklar, objeler ve fenomenler olarak görünüm kazanırlar. Biz bu iki düzenden, saf enerji alanı halinde olan ve hiç kaybolmayan, hep var olan, vasıf ve sıfat dışı olan birincisine MUTLAK, sürekli değişen, doğan ve yok olan, sıfat ve vasıf taşıyan şekil, varlık ve fenomen alemine ise GÖRECELİ düzen demekteyiz. 

Bunların ikisi arasında gerçekte hiç bir fark olmamakla beraber, birbirlerinden bütünüyle ayrı boyutlarda olduklarına dikkat edilmelidir. Birincisi durgunluk ve saflığı benimsemiş, zaman ve mekan üstü olduğundan sonsuzluk boyutunu seçmiş ve ancak Evrensel Yasanın çok karmaşık Karmik yapısı ile hareketlilik ve işlev kazanan düzendir. İkincisi ise, zaman-mekan sarkacından ayrılması olası olmayan ve bu nedenle neden-sonuç ilişkisi temelli bir oluşum yapısı, bir Karmik düzen taşıyan, doğum-ölüm döngüsünün şaşmaz kuralları içinde, fenomensel ve sürekli değişken bir göreceli dünyevi akış. Bu iki düzen sürekli olarak boşlukta birbirlerine dönüşürler. İşte bu nedenle temel kimliğimiz, doğum ve ölüm, zihin veya vücut değildir. Fakat daha temel olan evrensel ve sonsuz olan kozmik bilinçliliktir. 

Kendini bilme veya bilinçlenme fiziksel beyinde merkezlenmiş zihnin bilinçlenmesinin bir fonksiyonu değildir. Tam tersine, sonsuz bilinç, bizim gerçek benliğimizi, zihni ve kozmoz’u aynı şekilde yaratmıştır. Kozmik bilinç zaman ötesidir ve ölümden etkilenmez. M.Ö. 540 – 480 yılları arasında yaşamış Herakleitos sanki “ Ölümlüler ölümsüzdür, ölümsüzler ölümlü. Birbirlerinin ölümlerini yaşarlar, yaşamlarını ölürler “ derken bunu kastetmektedir. Yunus Emre de aynı şeyi aşağıdaki dizeleriyle anlatmaktadır:


Ten fanidir can ölmez
Gidenler geri gelmez
              Ölür ise ten ölür
              Canlar ölesi değil  

Ezoterik eğitimin temeli öncelikle kendimizi bilmeyi öğrenme yoluna girip, daha sonra buna bağlı olarak hakikati arama yolunda kısmetimiz kadar ilerleyebilmektir. İşte, bunun için öncelikle inisiyasyon gerekir. Ezoterik örgütlerde inisiyasyon; insanın kendi özgünlüğünün bilincine varması sürecidir. Bu da, temel kültür kavramlarının yorum ve kıyas yoluyla, enine boyuna irdelenmesini gerektirir. Bu nedenle, kültür kavramlarının özümsenmesi doğrudan bilinçlenme, inisiyasyon sürecinin kendisini oluşturur. Simgeler ise, kavramların billurlaşmış hali, somutlanmasıdır. Somut olarak yaşananların soyutlanması kavramları, soyut kavramların yeniden somutlanması da simgeleri oluşturur. Fakat, inisiyasyon çabası içindeki her birey için, somut simgeler o bireyin kendi soyut yorumunu yaratacak, soyut yorum da, bireyin yaşamında somutlaşacaktır. Doğaldır ki bunu yapabilmek için binlerce yıllık geçmişin hesabını da yapabilmek gerekir.  İnsanı anlayan evreni kavrar çünkü gerçek bilgi içimizde mevcuttur, bu nedenle kendini bilmek bütün bilimlerin temelidir ve doğru bilgi doğru eylemi gerçekleştirir. Yunus Emre'nin dediği gibi    

 İlim ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsen
Ya nice okumaktır

 Kendini bilmek kolay olmayıp çok zahmetli bir sınavdır. Fakat bir sınavın üstesinden gelmenin tek yolu, ne kadar zor olursa olsun onunla yüzyüze gelebilmektir. Bu kaçınılmazdır. Aslında insanların ta en derinlerindeki öz nedeniyle hakikati bilmelerine karşın bu, çıkar, maddecilik, güvensizlik ve korku denen kalın ve baharatlı bir kabuğun altında gömülü kalmıştır. 

Çünkü varoluşlarının tüm dakikalarını yüzeysel, yapay, geçici, hoş lezzetli, hoş görünüşlü tasarılar yapmakla geçirip, yaşamlarının pek az zamanını sonsuz varlıklarını geliştirecek eylemlere ayırırlar. Halbuki evren hala tasarlanmakta olan bir projedir ve maalesef insanlar birer varlık olduklarını anlayamayacak kadar meşgul görünmektedirler. Bu nedenle de hakikati yaşamak yerine, koşulların ve durumların evrensel yasayı, konfor, maddecilik ve güvensizlik altına gömmelerine izin verirler. Hakikati yaşayamayan çoğu kişi belirli ritüellere uydukları takdirde gelecek cennetimsi bir durumda keyiflerini süreceklerini inandıkları sonsuz bir mutluluk düşüncesine sığınırlar. 

Fakat evrende bizim tarafımızdan gözlemlenebilir her şey geçici olduğundan ve ne ebedi var olmaya ne de yok olmaya değil de yalnızca sonsuz bir dönüşüme tabi olduklarından kolayca gözlemlenemeyenin de aynı evrensel sabit değişim yasasına uyacağını öngörmek akıllıca olur. Doğaldır ki hakikati yaşamak çok güç bir iş olup yüksek bir düşünme gücü ve bilinç gerektirir. Buna karşın bir çok kişi düşündüğünü sanır. Halbuki tek yaptıkları önyargılarını yeniden düzenlemektir. İşte bundan dolayı son aşama olan kendini bilmeyi öğrenmek zordur. 

 Unutulmamalıdır ki zorluklarla mücadeleye girişmiş bir akılda daima güzel şeyler bulunur. Onun için mücadele ederek kamil insan olma yolunda bilgi ve dolayısıyla bilinç seviyemizi yükseltmemiz gerekir, böylece dış görünüşler süpürülüp kökendeki araştırılabilir. İnsanlar tüm korkulardan özgür olmalıdır. Tutkularını bırakabilmelidir, çünkü tutku demirin üzerindeki pas gibidir, onun parlaklığını, gerçek yüzünü örter. Gerçek ruhsallık, güdülmeyen Ben yani mantık ve sevgi uyumudur. Hakikatin yolu yoktur ve hakikat sınırsız ve koşulsuz olduğu için organize edilemez. Hakikat her yaprağın altında, her gülüşte, her gözyaşında, kişinin sözcüklerinde, duygularında, düşüncelerindedir, çünkü yaşamın kendisi koşulsuz hakikattir. Dolayısıyla, hakikat her birimizin içindedir, onu ancak yalnız başına, onu gizleyen örtüyü kaldırarak kendimiz keşfederiz.

Örtüyü kaldırmak ise sahte olanı keşfetmektir. Sahte olan tanındığı anda ortadan kalkar ve hakikat ortaya çıkar. Koşullandırılmış beyinler, teoriler, rahatlatıcı tezler, cehaletimizi ve bencilliğimizi görmemizde bize yardımcı olamaz. Kendimize berrak gözle bakabildiğimizde gerisi gelecektir. Bunun ilk adımı,  zihnin farkına varılmasıyla atılır. Daha sonra başarmasız başarmayı amaçlayan zihin denetim teknikleri kullanarak zihnin kendi içine döndürülmesi ve varlığımızın en iç girintilerinin araştırılmasıyla ne sizin ne benim ne de başkasının olan zihin boşaltılabilmelidir. Bir ayna nasıl her an önüne gelecek olan bir objeyi görüntülemeye hazır ise boş zihinde her şeyi aksettirecektir. Tıpkı obje aynanın önünden çekildiğinde aynada iz kalmadığı gibi boş zihinde her bir şey, iş bittiğinde bir iz bırakmadan kaybolacaktır, zihin olaylardan etkilenmediğinden tarafsızlığını koruyacaktır. 

Böylece tüm görecelikler var olmayan olarak görülerek geriye algılanacak bir şey kalmaz. Algılanacak bir şey olmaması, tüm değişik görünüşleri gözlemlemek fakat onlardan etkilenmemek yani şeklin ötesine geçebilmek, manayı yakalayabilmektir. Bu sayede aydınlanmayı başarıp hakikate erişebiliriz. Kişiyi olgunlaştıran yalnızca hakikatin algılanmasıdır. Bunun için de kişi ona bölünmemiş dikkatini vermek zorundadır ve bu bölünmemiş dikkat ancak hiç bir seçim, dolayısıyla dikkatin dağılması fikri olmadığı zaman ortaya çıkar.

 Zihni boşaltabilmenin en önemli ögelerinden biri de an’da yaşayabilmektir. An’da yaşanıldığında ve an’a tüm dikkatimiz verildiğinde belleğimiz kayıt yapmaz. İnsan duygusal belleğinde kayıtlı anıları tekrar tekrar hatırlayarak acı çeker. Bu nedenle de geçmişte yaşar. Geçmiş ya da gelecekte yaşayan kişi de an’a tüm dikkatini veremez. An’ın kendisini “şimdi ve burada” yaşayamaz. Farkındalığın olduğu yerde tepki olmaz ve farkındalık ışığını an’a yöneltmeyen kişi, bir an sonra geçmiş olacak anların karanlığında kalmaya kendini mahkum eder. İşte bu da, karanlık, cehalet, bencillik ve bağımlılığı doğurur. An’da tüm farkındalığımızla dolu dolu yaşadığımızda hiç bir eksiklik kalmayacağı için, bir an sonra “geçmiş” olacak olan bu an, eksikliği tamamlamak için bizi kendisine doğru çekmez, ve biz yeni bir an’ı deneyimlemek üzere tümüyle özgür oluruz. Her şey doğası gereği tamamlanmak, bütünleşmek, bir olmak ister. 

Tüm dikkatimizi veremediğimiz için tamamlanmayan an da daha sonra tamamlanmak umuduyla bellekte “kaset” olarak kayda geçer. Sonunda bu kasetler öylesine çoğalır ki zamanla insanın tüm yaşamı, kasetlerle yönetilir hale gelir ve kişi adeta robotlaşır. Robotlaşan kişinin de hakikate varması olası değildir. Anılar ve hayaller kesildiği zaman geçmiş ve gelecek te varolamaz. Şimdiki zaman her ikisinden de daha katı bir şekilde var olmayı sürdürür, fakat geçmiş ve gelecek zamanla ilişkili olarak düşünülmediğinden o artık şimdiki zaman olarak adlandırılamaz. Aydınlanmış kişinin zihni zamansal ilişkilerden bağımsızdır. 

 Robotlaşmanın getirdiği cahilliğin doğurduğu üç zehir; yanlış arzular, öfke ya da tutku ve bireyin kendi gerçek doğasını bilmemesidir. Bu zehirlerden bütün düşüncelerimizi ve bizi “Samsara” nın yeniden doğum çemberine bağlayan hareketler doğar. Halbuki an’da yaşayan, tüm bağımlılıklarından kurtulmuş kişi Nirvana ve Samsara’nın bir olduğunu bilir. Bu, her ikisinin de aynı olduğu demek değildir. Burada, her şeyin gerçek veya ayrılmamış şeklini ve geçici, ayrılmış şeklini ikisi arasında bir ayrım yapmadan algılama kastedilmektedir. Yokluğa tutunup gündelik hayatı boşverenler de en az nesnelere nesne gözüyle bakıp temeldeki birliği algılayamayanlar kadar hatalıdırlar. İlerleyiş yoluna yeni başlayanlar, nesneleri nesne olarak algılayanlar mümkün olduğunca temeldeki birlik fikrine takılmalı ve böylelikle kendilerini daha sonra gelecek olan sezgisel anlayışa hazırlamalıdır. 

Deniz dalgalarının hareketi ve yer değiştirmesi üzerine düşünmek yararlı bir simgesel yaklaşımdır. Dalgalar ve deniz temel madde olarak aynıdır. Ancak verili bir zamanda ele alındığında dalga bireysel etkinliğini o an dışında koruyamaz. Çünkü onu kapsayan su hiç bir an bir diğer anın tamıtamıyla aynı değildir. O yüzden uzaktan bize ulaşana kadar sahip olduğu her damla, ilk görüldüğü andaki damlalarından tamamıyla farklı olacaktır. Öte yandan deniz suyu deniz suyudur ve dalga da bütünüyle deniz suyundan ibarettir. Yani her dalga aynı zamanda boşluktur. Sırf düzensiz şekilde değişen ve okyanusun içindeki diğer tüm dalgalarla aynı kaynaktan oluşan bir görünüştür. 

Ancak, bir tekneyi alabora edebilir ve bu yüzden sıradan insanların bakış açısı ile tam bir gerçektir ve bu anlamda geçici bir bireysellik sahibidir. Temeldeki boşluğu korumasına karşın boşluk değildir. Çünkü, doğal olarak Boşluktan görece oluşların geçici oluş karakteristiğine geçildiğinde karma olması en doğal beklentidir. Görüldüğü gibi bu metaforda, Deniz Suyu “MUTLAK”, Dalga onun “GÖRECELİ” görünümü olarak başarılı olarak anlatılmak istenmiş ve özellikle göreceli olanda “geçicilik” çarpıcı bir biçimde belirtilmiştir. 

 Her şey zıddıyla kaimdir, böylece varlık ve yokluk birbirlerini üretir, zor ve kolay birbirini tamamlar, uzun ve kısa birbirini biçimlendirir, ön ve arka birbirini izler, yüksek ve alçak zıtlığı doğurur ve zıtları, ancak hakikatin özüne varanlar birleştirebilirler. Çünkü, hakikat hep aynı hakikattir. Değişen yalnızca, duyan, gören, bilen ve idrak edenlerin bakış açıları ve seviyeleridir. Maya, birleşik şuuru başka bir deyişle kozmik bilinci farklılaştırdığı için kişi nesneyi kendisinden ayrı evrenin içinde sayısız parçalara ayrılmış olarak görür. 

İşte bundan dolayı Nirvana ve Samsara her zaman baki olan hakikatin iki yüzüdür. Tao’cu bir deyiş şöyle der: “Bir ikiyi doğurur. İki Üçü. Üç tüm binlerce eşyayı. Bundan boşluk ruha, ruh yaşama, yaşam öze ve öz de şekle dönüşür. Tam tersi olarak binlerce eşya üçe, üç ikiye, iki bire döner. Dolayısıyla bu enerjilere bol miktarda sahip olmak yararlıdır” çünkü çeşitlilikten birlik doğar. Bir veda duası şöyle demektedir: “Götür beni. Hakiki olmayandan hakikate. Karanlıktan ışığa. Ölümden ölümsüzlüğe”. Aslında hakikate eren gördüğünü tanır. Unutulmamalıdır ki cehalet ve ondan kaynaklanan her şey tüketilebilir, fakat bilgeliğin ışığında görülebilen bilgi ve gerçekler tükenmezdir. 

 Yaşamın örümcek ağını ören insanın kendi değildir. O, bu ağda yalnızca bir teldir. Bu tele yaptığı her katkıyı aslında kendine yapmaktadır. Çünkü gerçek mutluluk iç barış ve huzurdan gelir, bu da iyilik tohumlarının ekilmesiyle, şefkatle ve merhametle cehaleti, bencilliği, açgözlülüğü yoketmekle gerçekleşir. Şefkat ve merhameti ise büyük kentlerin renkli vitrinlerinden satın alamayız ya da makinada üretemeyiz. Ancak içsel gelişmeyle akıl ve vicdanımızı çalıştırarak elde edebiliriz. Zaten akıl ve vicdan tıpkı vücudumuzun kasları gibi çalıştırılmadığında zayıflar. İşte bu çalışmalar bizi tam tarafsızlık haline getirir. Tam bir tarafsızlık durumuna gelmeyi öğrendiğimizde, her şeyi temel birlik durumunda görebildiğimizde ise zihinlerimizin o doğuştan gelen saflığıyla huzurlu yaşarız. Hem de bu zihinlerin bizim bile olmadığını fakat yaratılmamış, her zaman var olan zihin olduğunu keşfederek. 

 Tüm soru olmak ya da olmamak değildir. Soru aynı zamanda ne olduğumuzdur. Gerçekten et ve kemikten oluşmuş insanlar mıyız? Dünyamız gerçek şeylerden mi oluşuyor, yoksa bilinç mi bizi çevreleyen. Aslında, şeyin kendisine dair kesin bir bilgimiz olamaz. Yalnızca şeyin görünenini bilebiliriz. Buna karşılık insan aklının şeyleri nasıl kavradığını deneyime dayanmaksızın söyleyebiliriz. Nitekim, gökgürültüsünden önce geldiği için şimşeğin gökgürültüsünün nedeni olduğu sanılır. Halbuki bu ikisinin de nedeni bir başka üçüncü etmen olan bulutlardan elektrik deşarjıdır. 

Benzer şekilde Fransız filozof ve matematikçisi Descartes: “Rüya görürken de gerçek bir şey yaşadığımızı sanırız. Gerçek duygularımızı rüyadaki duygularımızdan ayırt edebilir miyiz? Bunu iyice düşündükten sonra uyanık durumumuzu rüyadan ayırt edebilecek tek bir özellik bile göremiyorum” diyerek devam eder “Tüm yaşamın bir rüya olmadığından nasıl emin olabilir insan”. William Shakespear “As you like it” adlı eserinde o şiirsel anlatımıyla şöyle der: “Tüm  dünya bir sahnedir, yalnızca birer oyuncu olan kadınlarla erkeklerin sahneye girip çıktığı. 

Ve tek bir insanın ömrü boyunca pek çok rol oynadığı”. Aslında sonsuzluk içinde varolan insan, ya şuur boyutunda kendisini tanıyıp sonsuza ayna olma huzur ve saadetini yaşayacak ya da bilgi ve idrak yetersizliği nedeniyle kemalini şartlanmalara bırakmış bir halde, ben bir maddeyim vehmi ile et ve kemik batağında mahvolacaktır. Zaten insanla diğer canlılar arasındaki fark ta, insanların gördüklerinin ardına geçebilmesi kadardır. Unutulmamalıdır ki bir insan yedi yaşındaki inançları ile otuzyedi yaşında kendini hala iyi ve mutlu hissediyorsa, ömrünü boşa harcamış demektir. Zaten yaşamın bizzat kendisi de, sürekli öğrenmek ve öğrendiklerini yaşayabilmek içindir.  

Sıtkı Aytaç
10.01.2007

AÇIKLAMALAR
Samsara  : Görecelik, geçicilik ve yanılsama alemi. Nirvana’nın sonsuzluk ve sukutuyla kıyaslanır.
Karma      :  Her hareketin bir öncekine bağlandığı nedensellik döngüsü, uygun nedenlerden oluşan sonuçlar zinciri.
Maya         : İnsanın dünyanın gerçek bilgisini görmesini engelleyen örtü (yanılsama).
Nirvana    : Aydınlandıkları zaman, yanıltıcı egolarının bilinciyle sınırlı olmayan bir duruma giren insanların son hali.

KAYNAKLAR 
  • BACH Richard (1990) : Bir, Arkadaş Yayınevi, 2.Baskı, ISBN 975 - 509-004-5.  
  • BLOFELD John (2001), (çeviri: GÜLER Korhan) : Hui Hai’ ın  Zen Öğretileri, Okyanus Yayıncılık, ISBN 975-7200-78-6.
  • GAARDER Jostein (1997): Sofi’nin Dünyası, Pan yayıncılık, 19.Baskı, ISBN 975-7652-41-5.
  • HULUSİ Ahmet (1993)   : Dost’tan Dost’a, Kitsan, 5. Baskı.
  • KRİSHNAMURTİ Jiddhu (1997)  : Farkındalığın Işığı, Kuraldışı Yayıncılık, 2. baskı, ISBN 975-7146-05-6.
  • LAO TZU, (çeviri: YENER, Osman) (1998): Tao Te Ching, Yol ve  Erdemin Kitabı, Anahtar Kitaplar yayınevi, ISBN 975-7787-72-8.
  • MARLO Morgan (2000) : Bir  Çift Yürek, Dharma yayınları, 6. Baskı, ISBN 975-780-25-2.
  • SCHOPENHAUER, Arthur (çeviri:HİLAV, Selahattin) (1977): Aşkın Metafiziği Shopenhauer’ın Felsefesi, Sosyal Yayınlar, 5.Baskı.


    Ezoterİk Astrolojİ demekle ne demek İstİyoruz?
     
    Astroloji zaten kendi içinde, Ezoterik bir konu değil midir?

    Ne yazık ki çağımızda bazı modern Astrologlar, Astrolojik çalışmaları Hermetik köklerinden uzaklaştırıp, kendi adına bir çeşit “ loji ”, yani insan ruhunun doğasını çözümlemeye çalışan psikoloji gibi, bir bilim oldurma çabası içindedirler. Bu bilimsellik, neden sonuç ilişkisini kendi akademik uygulamaları içinde göstermeye çalışan, tüm pozitif bilimlere uyumlu görünme çabasından başka bir şey değildir. 

    Gerçekte Astroloji çağımıza ait olan pek çok fikir ve ideolojilere benzememekte, modern insanın ve kapitalist dünya düzeninin her şeyi tükettiği gibi kendisini tüketmesini engelleyen, pek çok içsel dinamiğe kendi içinde sahiptir.   
     
    Ezoterik Astroloji, evren makro kozmosu ile insan mikro kozmosu arasındaki alışverişin önemli göstergelerinden biridir. 

     
    Madam H. P. Blavatsky ile beraber 1900’lerin başındaki okült ve gizemli örgütlerin Batı’daki bilgisi ile Hint Brahmanizm’inin ve Tibet Budizm’inin etkisi altında kalan yeni bir düşünce biçimi doğdu. Bu düşünceye Teozofi dendi. Ezoterik Astroloji, batıda Hermetik Astroloji veya Teozofik Astroloji olarak adlandırılır. Aslında işleyişi, Tibet karma uygulamalarının, Batı haritalarında farklı açılımlar ve dönemler ile ifade edilerek yorumlanmasından başka bir şey değildir.

    Büyük insan veya makro kozmos veya diğer ismi ile Kaballah’taki  “Adam Kedmon”a ulaşmaya çalışan can'ın, karmik ruhsal ve bedensel evrimini tek bir harita’da göstermesi; şu an için uygulanan tüm Astrolojik sistemler içindeki en verimli sistemdir. Ezoterik Astroloji’de Teozofik astrologlar olan bizler, Batı tipi zodyaklar kullanıp, Batı’nın hiyerarşik olarak kullanmış olduğu tüm gezegenleri kullanarak, doğudaki Ay duraklarını ve Ay'ın karmamız üzerindeki etkilerini inceleriz.
    Burada bilinmesi gereken şey Ay’ın, geçmiş yaşamlarımızdaki kişiliğimizi sembolize etmesi ve bu kişiliğin ne tür travmatik deneyimler sonucunda yeniden bedenlenmek zorunda kaldığını bize göstermesidir. Ve çok önemlidir. Büyük insan İslamdaki ismi ile 'İnsan-ı Kebir', Grekçe “protogonos” ’tur.
    Ezoterik Astrolojideki anlamı kavramak , insana doğum anında tesir eden tüm kozmik etkenleri inceleyerek, kişiliğin altında yatan evrimsel süreci deşifre etmek ve karakterin bir kader olduğunu kabullenmekten geçer. 

    Kadimlerin yedi kutsal gezegeni, Ay, Merkür, Venüs, Güneş, Mars, Jüpiter ve Satürn kullanıldığı gibi, bunlara yakın zamanlarda keşfedilen Plüton (1939), Uranüs (1788 -ilk görünüm, 1846 – kabul ediliş), Neptün (1871) de dahil edilir. Güneş ile Ay aslında Ezoterik Astroloji’de, ışıklar diye tanımlanır. 

    Uranüs okült bilgeliği temsil ederken, değişimlerin ve devrimlerin gezegenidir. Neptün nesillerin ortak bilinçaltının, Plüton ise nesillerin güç savaşları ile değişim süreçlerini açıklar. Ezoterik Astroloji’de element döngüsü Batı tipi ve Tibetİan tip olarak iki ayrı formda izlenir. 

    Batı tipi formda ekinokslar ile belirlenmiş olan 4 element kullanılırken, karma çözümleri yaptığımız Doğu ekolünde 5 faz, 5 element kullanırız. Batı tipinde 4 element, Ateş, Toprak, Hava ve Su olarak ifade edilirken, doğu karma çözümlemelerinde, Ateş, Toprak, Su aynı kalıp hava iki ayrı elemente bölünerek Eter ve Hava olarak ifade edilir. Ve astral olarak da nitelendirilen maddenin en süptil hali temsil edilir. 

    Ezoterik Astroloji insanı, üst varlık ve alt varlık olarak bir başka deyişle  Yin ve Yang olarak iki ayrı formda inceler. Üst varlığa ; “Atmik beden” (ilahi kudret),  “Budik beden”(ilahi sevgi) ve “Kozal beden” (ilahi bilgi) denir. Bunlar üst varlığı oluşturan 3 eylemsel gücü ifade eder. Alt varlığı oluşturan 3 eylem ise “Mental beden” (düşünce), “Astral beden” (duygu), “Fizik beden” (bedensel güdüler, arzular ve faaliyet gücü) olarak ifade edilir. 

    Kozmik planlar, 1875 yılında H. P. Blavatsky ve Albay Alcott tarafından kurulan Teozofi Derneğinin önemli doktrinlerinden biriydi. Teozofik hareket tüm bilgilerini, Doğu’daki Tibet sisteminin halka açıklanmamış kaynaklarından almıştı. Aslında kozmik plan sözcüğü  Metapisişik Tetkikler ve İlmi Araştırmalar Derneğinin kullandığı plan sözcüğünün karşılığından başka bir şey değildir. 

    Aslında burada plan, taslak anlamına gelmektedir. Ezoterik açıdan kozmik taslak, ruhun dünyaya gelmeden önceki evrimlerinin varlığının izdüşümüdür. Doğum anındaki gezegen ve yıldız görünümleri, bu planların veya izdüşümlerin devamından başka bir şey değildir. Teozofik sistemde, yedi şakra, yedi taslak, yedi beden bulunur. Bunlara;
    1 2
    3
    4
    5
    6
    7
    Kozmik
    Semavi
    Ruhsal
    Kozal
    Mental
    Astral
    Fizik bedenler veya taslaklar denilir.


    Burada kozmik, semavi, ruhsal planlar üst planlardır. Ve alt planlar ise kozal, mental, astral ve fizik planlar olarak ayrılır. Eski büyük okültistlerden Dion Fortune tarafından çeşitli kitaplarında ifade edilmiştir. Mesela Ay ve Dünya, eterik ve fizik planı ifade ederken, bunlar insan düşüncesinde hayal gücünü, duygu, kişisellik ve karakter olarak farklı anlamlar ile ifade edilir.

    Ezoterik Astrolojide en önemli konulardan biri de; 7 yıllık sikluslar ve döngülerdir. Uranüs’ün Güneş etrafındaki dönüşü 84 yıldır. Her bir burçta 7 yıl kalan Uranüs, kaldığı burçtaki nesli, onların farklılıklarını, ortak dönüşümlerini ve tuhaflıklarını temsil eder. Yedi yıllık devrelerin sonunda bireyler çok büyük değişimler gösterir, gelişirler. Buna göre gezegenler kabalistik olarak sıralanarak, insan doğumundan itibaren yedişer yıllık devreleri yönetirler. İşte bu evrelere Ezoterik Astroloji'de olgunlaşma, ayrışma ve gelişme evreleri olarak bakabiliriz. Gezegenlerin hızlarına göre 1. Ay, 2. Merkür, 3. Venüs, 4. Güneş, 5. Mars, 6. Jüpiter, 7. Satürn’e göre sıralanır. Buna kabalistik sıralama denir.
     
    1. devre, Ay tarafından yönetilen çocukluk evresidir. 0 ile 7 yaş arası sürer. Burada kişilik kendine ait geçmiş yaşamındaki otonom, sürekli tekrarlayan hareketler ile kendisini ifade eder. Çocuk üzerinde dişi gücün hakimiyeti belirgindir. Annenin...! Anne hem onun en büyük koruyucusu, hem de 7 yaşından sonra işlemeye başlayacak olan karmik kişiliğinin geliştiricisidir. Bu döneme, Chandra veya Selena dönemi deriz. Çocuk geçmiş yaşamlarından getirmiş olduğu kişiliğini hatırlayabilir. Bilinç tam anlamı ile kapanmamış, bu yaşamdaki karma henüz başlamamıştır. Bu dönemlerde sebepsiz korkular, otomatik davranışlar, daha önce görmediği farklı nesnelerden korkma, kendi lisanı dışında farklı bir lisan konuşmaya çalışarak nesne ve objelere farklı sembol ve isimler takmak hep bu zamana özgüdür. Çocuk bazen yatağından haykırarak kalkar. Kimsenin tanımlayamadığı varlıklar ile konuşmaya çalışır. Geçmiş yaşamındaki kişiliğini sanki bir masal kahramanı imiş gibi anlatmaya çalışır.
    Bu aşamada çocuk üzerinde yapılacak analiz, horoskopu ile beraber bireyin nasıl bir samsara döngüsü içinde olduğunu bizlere gösterir. Önemli olan bu dönemdeki çevreden alınan bilgiler değil, çocuğun içinden gelen, bilinçaltı bilgiler ve etkilerdir. Bazı alerjiler, sebepsiz yüksek ateş, halüsinasyonlar ve bedendeki doğum izleri geçmiş yaşam travmaları hakkında çok açıklayıcı bilgiler verir.
     
    2.devre Merkür tarafından yönetilir. 7. yaş ile 7. yaştan 14. yaşa kadar süren, aslında ergenlik dönemine girdiği ana kadar olan dönemdir. Bu dönem Merkür ve Vulcan dönemi olarak ifade edilir. Vulcan; ilkokul çağlarını kapsar. Geçmiş yaşamının üzerine çocuğun sevdiği, sevmediği, değer verdiği ve değer vermediği ayırımları göstermesi açısından çok önemlidir. Aslında 7 ile 10 yaş arasına Vulcan dönemi, 10 yaş ile ergenlik dönemi arasındaki döneme Merkür dönemi deriz. Burada Vulcan, Merkür’den küçük onun bir uydusu gibi kabul edilmek zorundadır. Merkür dönemi de çocuk ilkokul çağlarından ortaokul çağlarına doğru ilerler. Çocuğun bilgisi her alanda artış gösterir. Merak, keşfetme içgüdüsü, onun iletişim kurmasını ve kendisini ifade etmesine sebebiyet verir. Zaman içinde kavrayışı artar. Ve kişilik, dış dünya ile kendisi arasında ki farklılıkların önemini kavramaya başlar. Mantık gelişir. Anne ve baba ile ilişkiler daha ziyade arkadaşlık formuna bürünür.
     
    3.devre Venüs tarafından yönetilir. Beden, ergenlik döneminden veya 14. yaştan itibaren gelişmeye başlar. Cinsel farklılıklar belirlenir. Çocuk bakır rengi aurasını, erkeğin altın rengine ve kadının gümüş rengine dönüştürür. Venüs'ün tüm etkisi bu dönemde ortaya çıkar. Fiziksel görünümüne özen gösteren çocuk, karşı cinse ilgi duyarak ilkel libidonal motivasyonları, gelişmiş cinsel hazza çevirmeye çalışır. Beden kendi matematiksel oranı içinde en doğru oranı yakalamaya çalışır. İşte bu dönemde beğenilmeme korkuları, olumsuz grup deneyimleri ve ailesel travmalar sebebi ile çocuk ilk duygusal travmalarını deneyimlemeye başlar.
    Venüsyen devrenin başlaması ile beraber karma başlamış, doğum horoskobundaki natal Satürn kendini ilk karşıtı yaparak, yaşamsal startı vermiştir. Bu dönem hayatın en zor dönemi olup birey çeşitli davranış modelleri yaratarak hayat tiyatrosundaki rolünü oynamaya başlar. Venüs, estetik değerlerin, güzelliğin her şeyden önemli olduğu fikrini bu dönemde arttırarak, bireysel iç güdülerini karmik olarak geliştirmemiş bireylerde, bağımlılıklara sebebiyet verir. Gelişmiş bireylerde ise, kişi mental güç kaybını hissederek denklemin karşıt tarafını tamamlamak için sanata ve estetiğe önem vererek,  kendi ile temas kurmasını sağlar.
     
    4. devre ; 21. yaştan itibaren 28 yaşa dek sürer. Bu dönemin başlangıcı Satürn’ün doğumdaki Satürn’e üst kare yaparak başladığı 21. yaştır. Bu dönem transit Satürn'ün natal Satürn ile 28.5 yaşındaki kavuşumuna dek sürer. Burada artık birey, egosunun farkına vararak, çocukluğundaki bilinçaltı sembollerin üzerine her geçen gün daha hızla gelişen ego ile heybetli bir bina kurar. Egonun gelişmeye başladığı bu dönemde birey kendine, sosyal çevre edinmeye çalışır. Bir kariyer edinmek yaşamını kurmak, kişiliğini geliştirmek ve eşini bulmak asıl amacı ve idealidir. Bilinçaltı semboller bu dönemlerde derinlerde yatan enerjiyi ortaya çıkararak kişiliği, toplum ile bütünleşme arzusunu gösterir. İşte en büyük tehlike karmamızdaki sorunlarımıza göre, Satürn'ün  tecrübesiz olan genci, ağır zorunluluklar, toplumsal baskılar ve bedensel ihtiyaçların karşılanmaması ile zorlar, birey kendisini bir kurban gibi hissedebilir. Bu sıkıntılı zamandan çıkmanın en kesin ve basit yolu irademizi önümüzdeki görevlere doğru yöneltmek, istemek, içsel deneyimlerin dışsal deneyimlere dönmesi sonucunda “yapabilirim, yapacağım ve kendimi ifade ediyorum” önermeleri üzerinde çalışmaktan geçer. 

    5. devre
    , Mars tarafından yönetilir. İlk Satürn kavuşumundan sonraki ilk Satürn karesine kadar devam eden süreci kapsar. Ortalama 28- 36 yaş arası. Kadın olsun erkek olsun, kişi toplumda artık bir yer edinmiştir. Mars yaşamında ona mücadele gücü ve motivasyon sağlar. 4. devrede öğrendiği her şeyi bu dönemde uygulamaya koyar. İnsanlar ile ilişki kurmaktan zevk alır. Çoğunlukla bu dönemde eşini bulmuş olur. Artık yemek içmek nefes almak gibi, süreklilik gösteren bir cinsel hayata sahiptir. Ve çocukları olur. Artık burada duygusal enerjide büyük çıkarımlar görünür. Karmanın en belirgin olarak etkilemeye başladığı dönemdir. Eş ile ilgili problemler çocukların bakımı veya kaybı, anne ve babanın hastalıkları ve ölümleri, çocukluğundaki bütün bilinçaltı süreçleri yeniden ortaya çıkarabilir. İşte içsel bütünlüğünü sağlayamamış, karmada hedeflerini belirleyebilecek bilinçli planlara sahip olmayan bireyler, ağır depresyonlar, veya asosyalite, eşten ayrılık, hatta intihar dürtülerini ortaya çıkması ile intihar veya fiziksel şiddet görülür. Karmasında bilinçli olan insan bu dönemlerde kendi bilinç altının ona sağlamış olduğu yetenekleri kullanarak, yeni karmalar doğurmadan bu dönemi atlatır. Samsara çemberinin ne yazık ki devam etmesine sebebiyet veren, bu dönemde karşılayamadığımız arzularımızdan başka bir şey değildir.
     
    6.devre  Jüpiter tarafından yönetilir. 35. yaş ile 43. yaş arasındaki süreye denir. Bir hedefe ulaşmak için, ruhun kendisine gerekli olmayan şeylerden arınarak, kendisini çeşitli hedeflere doğru uygun bir şekilde yönlendirdiği dönemdir. Bireyin öğrenmiş olduğu en büyük etki bu bedende neleri yapamayacağını iyi bilmesi ve seçiciliktir. Karmanın sınırlılık kanunları, Jüpiteryen tesirler ile egoda genişlemeye ve haz içgüdülerinin artmasına sebebiyet verir. Bilinç bu dönemde isteklerini kontrol altına almayı öğrenmek zorundadır. Bilinçlilik, bireyin egosal isteklerini sınırlaması ile doğar. Kişi, çok yüksek konsantrasyonla yapmak istediği işlere yönelir. Gücünü konsantre ederek, kendi içsel bilinçliliğini deneyimler. Bu dönemde şu ana kadar vermiş olduğu mücadelenin sonuçlarını elde etmeye başlar. Yaşamda yeni felsefelerin, farklılıkların ve yeni deneyimlerin ön plana çıktığı çağ, altıncı evredir. Kişilik, zamanını çok iyi değerlendirerek, dünyasal felsefeler ile ilgilenebilir. Jüpiter’in etkisi ile çeşitli yolculuklar yaparak, bireysel olgunluk sınırlarını genişletir. Yaşamının anlamı üzerine düşünmek, niçin yaşıyorum şeklinde yeni fikirler ile kendini değerlendirmek, rahatlık, eğlence, bedensel hazlar, hep bu döneme aittir. Kişi evrimleşmiş, süperegoların tesirlerini egosuna indirgemiş, bilinçaltı olarak da karmik tercihlerini genellikle bu dönemde yapmıştır. 5 duyu aracılığı ile algılanan evreni her yönü ile deneyimler. Bu dönemin en büyük tehlikesi, kişinin hayat hakkında edinmiş olduğu fikirleri, bilincinin gelişmesi için değil, bilinçaltı içsel güdülerin gelişmesi için kullanmasıdır. İd’in etkisi altında olan varlık, zevke ve sefaya dalarak samsara döngüsünün ve dünyasal tuzakların esiri olur. Karmada bu dönemde gelişmiş ego geliştirici düşünce yapılarının çözümü ancak bir sonraki hayat taslakları ve planları ile çözülebilir. Sadakatsizlik, seksüel aldatma ve libidonal enerjinin dengesiz kullanımı 6. siklusun en büyük tehlikesidir. Eşler arasında sadakat ve sevgi azalmış ise, 5. devrede yanlış bir eş seçimi yapmış ise, aldatmalar ve boşanmalar bu devrede görünür. Karmik bağlar ile başka bilinçlere şuurlu ve şuursuz bağlandığımız bu devre, yaşamımızın en olumlu veya en olumsuz dönemini temsil eder. Temelde genişletilmiş bir bilinçlilik hali  yaratması gerekirken, 20. yy’ın kapitalist toplumlarında, egoizm ve bencillik yaratmaktadır.
     
    7. devre, Satürn tarafından yönetilir. 42. yaştan, 56. yaşa kadar sürer. 42 – 49 yaş arası devreye Ketu döngüsü denir. Bu dönemde kişi, kendi içsel disiplininin ve bireysel olgunluk süreçlerinin farkına varır. Ketu devresinde en önemli özellik kadınlarda menopoz'un başlangıcı, üretkenliğin azalarak bedenin kendi yaşlanması ile yüzleşmesi, erkekte ise artık kendisinin etrafında dönen bir dünyanın olmadığı gerçeği bilinçliliğinin farkına varılması süreci olarak açıklanabilir. Satürn, ketu devresinde disiplinler ve olgunluklar verir. 

    Beden yaşlanmaya başlamış, birey kendisine aynı olgunlukta ve dinamikte hissetmemektedir. Kişi bu devrede zamanını daha iyi bir şekilde dengelemeye çalışarak, iradesini güçlendirmeye çalışır. Bu döngü, aslında iradenin sınanması olarak da açıklanabilir. 

    Toplum bilincinde orta yaş bunalımları olarak ifade edilen bu döngü, içsel disiplinlerin ortaya konulması, çocukların büyüyerek birer kişilik haline gelmeleri, yaşam sorumluluğunun artması ve yapılan hataların bedelinin ödendiği dönem olarak görebiliriz. Karmanın birinci yasası  sebep sonuç yasasıdır. Kişi geçmişinde veya gençliğinde ekmiş olduğu iyi veya kötü meyveleri bu dönemde toplayacaktır. Çoğunlukla, 20. yy toplumunda gencin hedefini çok iyi tanımlamaması yüzünden ve ketu dönemine kadar lüzumsuz parazit, duygusal enerji formlarından kendisini arındırmaması sebebi ile ketu döngüsünde çok acı çekebilir.

    Gençliğin elden gittiğini düşünen varlık, çeşitli depresyonlar, endişe nöbetleri ve anksiyeteler olarak tanımlanabilir. Bireyin en çok depresyona girdiği bu dönem intiharların da çok arttığı bir yaşam döngüsünü temsil etmesi bakımından ilginçtir. Farkındalık enerjisinin, tezahür edebilmesi için kişi tüm gereksiz düşüncelerden arınmalıdır. Bu dönem meditasyon yapmak, bireysel gelişimimizin farkına varmak için çalışmak, bizim dışımızdakilerin bizimle yaşadığının gerçekliğini kabul etmek ve bedenin esirinden kurtulabilmesi için ruhun son dönemidir. 

    İlahi devinimin farkına varmış varlık, içsel gerçeğinin ve sesinin rehberliği ile ilerler. Bedenin önemli olmadığının, bedenin, çeşitli sınırlılık kanunları ile sınırlandırıldığının farkına varır. Öyle ya, eskisi kadar güçlü değil, eskisi kadar da neşeli değildir. Bedenin önemli olmadığını fark eden varlık, düşünce kalitesini çeşitli soyut kavramlar ile uğraşarak geliştirir. Evrim, hayatın yasasıdır. Ve kişi ya evrimleşmek zorunda olduğunun farkına varır veya lüzumsuzca yaşamına devam eder. 

    49 ile 56 yaş arasına ise, Rahu dönemi deriz. Bu dönemde yaşlılık, hızlı bir şekilde devam etmekte, çeşitli unutkanlıklar ve bedensel hastalıklar başlamakta, çocuklukta edinilmiş takıntılar ve duygusal problemler, hastalıklar olarak bireyin karşısına çıkmaktadır. Çoğunlukla insan yaşamında faal iş yaşamının bittiği bu dönem, emekliliğin başladığı dönem olarak da nitelendirilebilir. Farkındalığı yüksek olan varlık, kendisini çeşitli felsefi düşünce biçimleri ile geliştirmeye çalışır. 

    Bilinçliliğin, tüm periyotları ile ilgilenen kişilik, her alanda kendini genişletir ve bireysel olarak olgunlaşır. Bu döneme kadar hep almış olan varlık, 49 ile 56 yaş döngüsü arasında, vermenin önemini kavrar. Çocukları büyümüş, hepsi kendi karmik döngüleri içinde, bireysel kimliklerini ispatlamışlardır. Erkekte andropoz başlar. Bilinç yeterince olgun ise, eşe duyulan saygı ile beraber yeni hobiler geliştiren varlık, kendisi ile barışık bir şekilde yaşamına devam eder. 

    Eğer bilinç farkındalığı düşük, öğrenilmiş bütün bilgiler, dünyasal, materyalist sınırlar içinde ise ve kişi kendi ile barışık değilse, bilhassa erkek, eşinin dışında genç dişilere kendisini ispat etmeye çalışır. Bilinç yüzeysel ve olumsuzdur. Kadında ise bu dönem, yaşlılığın, iyiden iyiye kendini belirttiği bir dönemdir. Bedendeki oran zaman içinde kaybolur, kişi gençliğindeki Venüs'ün etkisi ile çekiciliğini kaybederek bedeninin bir yok olma sürecine girdiğinin farkına varır. 

    Artık üreme döngüsü bitmiş olan dişi, toplumda kendine verilen saygı ön ekleri ile tanınır. Satürn'ün belirgin etkileri kemiklerde bozulmalara, libidonal enerjinin düşmesine ve gençlikteki lüzumsuz edinilmiş bilgilerin çok ağır hastalıklar ile, kendisini göstermesine sebebiyet verir. Bu dönemin birinci ve tek geçerli kanunu sınırlılıktır. Bedensel gücün sınırsız olduğu fikri değişmiş, bedenin bilinci sınırlaması ve kişiliğin düşünce kapasitesinin belirgin bir biçimde zafiyet göstermesi, bireyin aşırı zorlanmasına sebebiyet verir. Bu dönemde Satürn kişiliğin gereksiz olan her şeyi, hayatından çıkarmasına ve yaşamında yeni bir varoluş  deneyimlemesini temsil eder. 

    Kozmik evrim süreci, acımasız bir şekilde ilerlemekte, tezahür eden her gerçeklik çeşitli hastalıklar olarak onu çevrelemektedir. Yaşamda aklın, bedenin ve ruhun temel birliğinin idraki, bu dönemde şarttır. Pozitif düşünmek, kendiyle barışmak, hümanizm, önemli bir dinamizm yaratacaktır. Karamsarlık, negatif itici güçler oluşturarak şiddetli hastalıklara sebebiyet verir. Bu dönemde öğrenilmesi gereken en büyük kural, insanın doğduğu gibi öleceği gerçeğini kabullenebilmesidir. Rahu dönemi, 56. yaştan sonra biter. 56. yaştan sonra, bilincin hızla tükendiğini düşünen kadimler, karmik esrimenin çok fazla etkili olamayacağını düşünmüşlerdir. Aslında bir bakıma da çok öneli bir gerçekliği temsil eden bu düşünce biçimine göre, algılar zayıfladıkça, kişiliğin bilincine olan bilgi akışı azalır. Artık yaşlılık başlamıştır. Beden son bir döngü ile yaşama karşı direnmeye çalışmaktadır.
     
    56 yaşta Ezoterik Astrolojinin kozmik döngüleri bitmektedir.
    56 yaştan 84 yaşına kadar olan döngüye, Tibet Karmik Astrolojisi’nde Vajra döngüsü denir. Bu bağlamda Vajra döngüsünde kişilik, bedenini terk edene kadar mükemmelliğe ulaşmak için (tabii ki olgun insan için diyoruz) teorik çalışmalardan daha ziyade, pratik çalışmalara yönelir. Çeşitli hastalıkların sağaltımları ile karmik olarak bilinçlenmiş varlık, şaşkınlıklarından kurtularak aklını, bedenin de ötesinde kullanmaya başlar ve hayatın en büyük öğretmen olduğu gerçeğine varan varlık, doğa ile uyumlu olması gerektiğini fark eder. Madde ile ruhun birleşerek insanı oluşturma süreci, 84 yaş civarında bitmektedir. Ezoterik Astroloji’ye göre insan yaşamında 7 ana döngü mevcutken, Tibetian karmik sisteminde karmayı yönlendiren 12 büyük güçten bahsedilir. Tabii ki,  iki sistemin de birbirleri ile olan bağlamları gerçekte 7 ana sistemin olduğu, yoksa  yedişer yıllık devrelerden oluşan, 12'li bir sistemin mi var olduğu konusu da pek çok spekülasyona sebebiyet verir. 

    Aslında Batı sistemi ile Doğu düşüncesinin yorumlanma çabası olan Teozofik Astroloji, diğer isimleri ile Spritüel ve Ezoterik Astroloji, kabalistik geleneği takip ettiği için tıpkı kadim Çin Astrolojisi gibi karma döngülerini Satürn transiti ve Satürn gezegenin etkileri ile incelemiştir. Oysa, Tibetian karmik Astroloji, kendi geleneğinin oluşmasındaki iki ana unsur olan, güney Hint Astrolojisi, (Vedic ast.) kadim Çin'in  'Zi Wei Dou Shu' Astrolojisi’nden yaşamdaki 12 dönüşüm prensibi ile ayrılmaktadır. 

    İlginçtir ki, Tibetli Lamalar bedenin her yedi yılda bir, tüm hücrelerine kadar yenilendiğini bilmekte idiler. Bildiğimiz tüm eski kayıtlarda, Uranüs gezegeninden bahsedilmediğini bilmekteyiz. Oysa Tibet karmik Astrolojisi, Uranüs döngüleri üzerine kurulmuş, hatta Dünya’nın ikinci uydusu olarak iddia edilen, spekülatif, Lillith uydusunu ve Lillith düğümlerini, kendi sistemlerinde sürekli kullanmıştır. Tibet sistemi kendi içinde bir ekinoks Astrolojisi olmayıp, ne kadar ekinoks döngülerini izler gibi görünse de Dünya’nın presesyon hareketini takip edilen bir nitelikte olması ile pek çok ilginç döngüye sahiptir. 

    Ezoterik Astroloji ’de gördüğümüz yedili sistem bizlere 56 yıllık karmik döngüleri sağlarken, Tibet Astrolojisi bize 84 yıllık döngüler sağlayarak, 4000 yıllık bu geleneksel sistemin en gelişmiş tabana sahip olduğu gerçeğini bize açıklar. Batı ’da ve Doğu ’da Astroloji analiz edilerek kişinin karakterinin oluşturmuş olduğu gelecek varyasyonları ile ilgilenirken, Tibetian karmik Astrolojisi, ruhun evrimsel gerçekliği ile ilgilenerek tüm otonom hareketleri ve kişiliğin  geçmiş yaşamların bir uzantısı olduğunu kabul etmektedir.

    Nicelik ve niteliksel olarak iki sistemin bir arada kullanılması ile kendi içindeki dinamikleri yaratan Teozofik Astroloji bizce modern çağın yaratmış olduğu 21. yy etkilerini gelecekte taşıyabilecek en derin Astrolojik sistemdir.
     
    Astrolog Oğuzhan Ceyhan
    (Her hakkı saklıdır)