“Vecdin ilimde erimesi, ilmin vecd içinde kaybolmasından yeğdir.” Cüneyd-i Bağdadi

31.03.2011

Bipolar 2016

Bu önçalışma, Bipolar Kitabı’nın yazarı; Deniz Meltem Esen’e aittir.

Kanatlarım; ciğerlerimle çelişik, aynı an’da iki yöne uçulmaz, ciğerim sönmeden uçamayacağım…

Şapkadan ve gözlükten hoşlanırım; uçuşan düşüncelerimi ve derin görümü gizlerler…

Gündüz; yüzüm parlak, gözüm mattır, Gece; gözüm parlak, yüzüm mattır…

“Fluttering dance in the brezee” (Kanat çırparak meltemde dans etmek)

Yabani ipek böceği, meşe yaprağını zarsı kanatlara dönüşmek için kemirir…
Bu çalışmayı, rengi ahenklere ve hastaneyi birbirine katan cesur yüreklere ithaf ediyorum…
Psikiyatri; 1820’de doğan ve şifayı yüreğinde arayan hemşireden, Florance Nightingale’den hiçbir şey öğrenemedi…  -d.m.e-

Yıl 1923, Virginia Woolf yatağından kalkıp eşi ile biraz konuştuktan sonra odasına çekiliyor. Yetenekleri ve imkânları kısıtlı bir halde kitabının ilk cümlesini düşünüyor. Biraz duraksadıktan sonra: "Mrs. Dalloway çiçekleri kendisinin alacağını söyledi."

Yıl 1951, Laura Brown gözlerini açıyor, yatağın içinde biraz durduktan sonra doğrulup kitabına uzanıyor. Kitabın kapağını açıyor ve ilk cümleden okumaya başlıyor. "Mrs. Dalloway çiçekleri kendisinin alacağını söyledi."

Yıl 2001, Clarissa Vaughan yatağından kalkıp yüzünü yıkamaya gidiyor, biraz duraksadıktan sonra: "Sally, sanırım çiçekleri kendim alacağım."

Michael Cunningham'ın aynı adlı kitabından uyarlanan ”Hours” (Saatler)  filmi yayınlandığı sene büyük ilgi görmüştür. Özellikle Virginia Woolf'un hayatından ve başyapıtı sayılan Mrs. Dalloway’den beslenen filmin yönetmeni Stephen Daldry'dir. Güçlü bir kadrosu olan filmde Nicole Kidman, Julianne Moore, Meryl Streep, Ed Harris, John C. Reilly, Stephen Dillane, Miranda Richardson, Toni Collette gibi isimler bulunmaktadır.

Filmde geçen bazı replikler:
“İnsanlar zor olanı; o roman sanıyorlar.” “Biz kalırız, onlar gider” “ bazen dünyada yerim yok diye düşünürsünüz ve kendinizi öldürmek istersiniz” “pişmanlık ne ifade eder, başka şansınız yoksa?”
“katlanabilmelisiniz, işte bu kadar, beni hiçbiri bağışlamayacak” “ölüm varken ben hayatı seçtim”“hayatla daima yüzleşebilmek, en sonunda öğrendik, seninle aramızda hep yıllar vardı hep saatler, bir de sevgi Leonard.” “yaşamak dediğin şey; bir diğeri için değil midir? ” “ölüm; diğerleri daha iyi yaşasın diyedir.”

Virginia Woolf “Perde Arası “romanını yazdığı sıralarda artık kendini yeterince yetenekli hissetmiyor, yeteneğini kaybettiğini düşünüyordu. Her gün savaş korkusu ve yeteneğini kaybetmenin vermiş olduğu stres, dehşet ve korku sonucu ruhsal bunalıma girmiş, 28 Mart 1941’de içinde bulunduğu duruma daha fazla dayanamayıp evlerinin yakınlarında bulunan ”Ousenehrine ceplerine taşlar doldurarak atlayıp intihar etmiştir. Virginia Woolf geride iki intihar mektubu bırakmıştır. Birisi kardeşi Vanessa Bell'e diğeri ise kocası Leonard Woolf'a.

Leonard Woolf'a, 18 Mart 1941

"Sevgilim, yine çıldırmak üzere olduğumu hissediyorum. O korkunç şeyi yeniden yaşayamayacağımı hissediyorum. Ve ben bu kez iyileşemeyeceğim. Sesler duymaya başladım. Odaklanamıyorum. Bu yüzden yapılacak en iyi şey olarak gördüğüm şeyi yapıyorum. Sen bana olabilecek en büyük mutluluğu verdin. Benim için her şey oldun. Bu korkunç hastalık beni bulmadan önce birlikte bizim kadar mutlu olabilecek iki insan daha düşünemezdim. 

Artık savaşacak gücüm kalmadı. Hayatını mahvettiğimin farkındayım ve ben olmazsam, rahatça çalışabileceğini de biliyorum. Bunu sen de göreceksin. Görüyorsun ya, bunu düzgün yazmayı bile beceremiyorum. Söylemek istediğim şey şu ki, yaşadığım tüm mutluluğu sana borçluyum. Bana karşı daima sabırlı ve çok iyiydin. Demek istediğim, bunları herkes biliyor. Eğer biri beni kurtarabilseydi, o kişi sen olurdun. Artık benim için her şey bitti. Sadece sana bir iyilik yapabilirim. Hayatını daha fazla mahvedemem. Bizim kadar mutlu olabilecek iki insan daha düşünemiyorum."

Film’de işlenenler diğer gözle görünemeyecek şeylerdi: gündüz renksiz, gece bitmez, aydınlanmazdı. Çocuklar hep kanat taşırdı. Göz bebekleri gündüz mat, gece parlaktı. Yumurta kırılır, sarısı avuçta parçalanırdı. Bu imgelere nöropskiyatrik açıdan bakmak işin büyüsünü bozsa da, sırrını çözse de, tıp yakamızı bırakmaz, bırakmadı.

Tezer Özlü’ye yaşatılanlar gibi; “ölmek istedik dirilttiniz.” “ilaçlar gündüz ruhumuzu, gece rüyalarımızı çaldı” Deli olma hakkımıza ölçekler geliştirdiniz, bilemedikleriniz üzerinden yaradılışa karşı çıktığınız gibi, gün biçtiniz, kalıplar sundunuz, cehennemimiz oldunuz, rengârenk haplarla çocukluğumuzu yanılttınız, rengimizi çaldınız, adına tıp dediniz, üzerimizden doktor oldunuz, o da yetmedi yılanbaşlı tanrı oldunuz, kendinizi Medusa ilân ettiniz.

Tıp özeti: depresyonda serotonin azlığı ve manide dopamin fazlalığı sorunu. Tıp; beynin transmitter denilen kimyasal iletim maddelerinin ciddi dengesizlikler sonucunda yetersizlik veya fazlalık içerdiğini ve bunun birçok tipte bozukluklara yol açtığını düşünmektedir. Psikiyatrik hastalıkların ilaç tedavisi de nöropsikofarmakolojik yaklaşımla yapılmaktadır.
Bütün majör psikiyatrik hastalıklarda beyin dokusuyla ilgili önemli değişikliklerin olduğu gösterilmektedir. Örneğin, şizofrenide frontal lob atrofisi, depresyonda beynin kayıt bölgesi olan hipokampusta atrofi, bipolarda temporal lob atrofisi gibi. Son görüntüleme tetkikleriyle bu paternler açık biçiminde görünür kılındı.

Temporal Lob: Hafıza, öğrenme, duygusal denge ve sosyalizasyon sağlama verilerinin işlendiği bölgedir. Tecrübenin ana merkezidir. Görsel ve işitsel hafızanın işlendiği yerdir. Bunlar kişiliğin oluşması evresinde temel taşlardır. Kim, ne ve nerede olduğumuzu ifade eden beyin bölgesidir.

Konuşmayı anlama ve işleme, orta ve uzun dönem hafıza, dilin ve sözcüklerin oluşturulması, duygusal açıdan dengenin sağlanması, işitilen ve görülen verilerin depolanarak işlenmesi demektir.

Konuşma dili, insan ilişkilerini sağlayan ve geleceğe yön veren önemli bir araçtır. Konuşulanları anlama, idrak etme, içinde yer alan duygusallığı yorumlama, okuduklarımızın ve yeni bilgilerin yorumlanıp depolanması temporal lobda gerçekleşir. Uygun sözcükleri bulamamak, iletişimin sağlanamaması ve okuma zorlukları bu bölgenin çalışmasında bozulma olduğunda ortaya çıkar.

Bize neşe veren ya da üzen hatıraların, hatalarımızın canlanması dolayısıyla özgüven sağlanması ya da güvensizliğimizin oluşmasının kaynağıdır. Bu lobdan gelen hafıza akımı ile tavır ve davranışlarımız şekillenir. Bu bölgenin çalışmasında çıkan sorunlar hafıza bozukluğuna yol açar.

Yaşantımızdaki başarı durumu hafızanın tekrar tekrar işlenmesine ve değişmesine yol açar. Temporal Lob sorunlu ise bu olay gerçekleşemediğinden hafızadaki bilgiler yenilenemez, sabit kalır. Bu da kişinin sabit fikirli olmasına neden olabilir. Temporal lob, bir olay ya da bir kişi hakkında bir zamanlar bir karar vermiştir. Sonradan gelen bilgiler o olay ya da kişinin değiştiğini belirtse de bu bilgiler işlenemediğinden eski fikri kalıcı olacak ve kararını ona göre verecektir.

Duygusal denge kişiliğin özelliğidir. Günlük yaşamın iniş ve çıkışları duygusal yapımızı etkiler. İyi işleyen lob, duyguların dengeli olmasını sağlar. Bozukluğunda duygu durum ve davranışlar etkilenir.

İnsan yüzlerinin tanınması, konuşma tonunun ayarlanması, seslerin işitilmesi, müzik ve görsel öğrenmenin sağlanması, sosyal ilişkiler açısından yüzleri tanımak, yüz ifadelerini değerlendirmek, konuşulanların yorumunu yapmak ve bunlara bağlı olarak yüz mimik ve dil ifadelerimizi belirlemek önemlidir. Lobun sorunlu oluşu, sosyal ilişkiler açısından önemli ölçüde bozukluklar meydana getirir.

Temporal lob bozukluğuna yol açan en önemli etken kafaya alınan şiddetli ya da hafif darbelerdir. Enfeksiyon hastalıkları, bazı metabolik anormallikler ve nöropskiyatrik hastalıklar bozukluğa kaynak teşkil edebilir.

Yakınmalar:
Unutkanlık
Deja vu (daha önce bulunmadığı yerle ilgili bulunmuşluk hissi), Jamais vu (bildik yerleri tanıyamama)
Ara ara gelen ve nedensiz olan panik ve korkular
Boşluğa düşme hissi
Kulağa gelen ses ve seslerin yorumlanması ile ilgili sorunlar; çınlama, hışırtı, sinek uçması vb. anormal algı nedeniyle seslerin değişik işitilmesi
Görme ile ilgili anormallikler; görme alanının kenarında gölge görülmesi, cisimlerin büyüklük ya da şekillerinin yanlış algılanması
Koku duyulması ya da tadının hissedilmesi
Deri üstünde böcek geziyor hissi vb.
Okulda okumayı öğrenme zorluğu
Sonradan gelişen okuma zorluğu
Gergin kişilik hali (kolay sinirlenme, aklına nerden geldiğini bilmediği şiddet düşünceleri ve bunlardan dolayı korku ve tedirginlik yaşanması)
Hafif kuşkucu düşünce hali (bu durum ılımlı paranoya olarak ifade edilebilir ve şizofreniyle ilgisi yoktur. Benim hakkımda konuşuyorlar, bana gülüyorlar gibi, sosyal ilişkileri olumsuz etkiler)
Saygısızlık ya da değer vermeme
Yazma ya da konuşmada sözcük bulma zorluğu
Duygusal dengesizlik
Dini düşüncelerde artış, sürekli ibadet etme, metafizik konularına aşırı ilgi
Baş ağrıları
Mide ağrıları
Aşırı yazı yazma
Profesyonel olarak 1905'lerde yazmaya başlayan Virginia Woolf'un ilk kitabı; The Voyage Out (Dışa Yolculuk)dur. Ceplerine taşlar doldurarak ”Ousenehrine atlayan Woolf, kararlı bir intiharın kaderini, Ouse (tehlike serüveni) ’a yakın bir eve yerleşerek seçmişti.

Ernest Hemingway, 21.07.1899 yılında doğmuştu. Gazeteci, yazar unvanı taşıyordu. Hemingway, 02.07.1961 yılında, 62 yaşına 19 gün kala, 61 yaşında intihar etti. Nasılı ve nedeni bilinmiyor.

Kurt Cobain, 27 yaşında artık hayatta yapılacak bir şey kalmadığını düşünerek, uyuşturucuyla ölmek yerine, tüfekle ağzından beynine doğru bir yolculuk seçti. Rock müzisyeniydi.

Jack London, hep hayalinde canlandırdığı ölümü, 40 yaşında yerine getirdi. Yazardı.
Timothy Treadwell, en sevdiği “greezlybear” tarafından öldürülmeyi seçti. Çevreci-doğa savaşçıcı ve belgeselciydi.

W.Amadeus Mozart’ın son sözleri tarihe şöyle geçti: "Ölümün tadı dudaklarımda... Bu dünyadan olmayan bir şey hissediyorum". Ölüm kayıtları "hitziges Frieselfieber" (mühim darı tanesi ateşi) der ve bu sonuç, modern tıpta açıklanabilen bir tanım değildir. Sonucu ben eski mitlerin açıklayacağından şüphe duymadım. Mot ve Aleyin’i Ugarit bölgesindeki bitki ve hasat tanrılarıdır. Mısır ile özdeşleştirildiler; tanrıları idi.Mısır’ın hasat sonrası ölümü bir bakıma tanrının ölümü olarak düşünülürdü.

Mozart, 35 yaşına sığdırdığı binlerce değişik türde eserini maniye borçluydu. Ancak son yıllarda hastalığın atakları, özellikle de depresyon, Mozart’ın çöküşüydü. Requiem’i kasten tamamlamamış olmalı, çünkü ölüm için yakılan ağıt kalanların işidir. Requiem; ölülerin ruhları için okunan dua, ilahi anlamını taşıyor. Eserin kapı tokmaklarını betimlemesi, azrailin sıtma nöbetleri içerisinde dehşet bir korkuyla beklenmesi, Mozart’ın depresyon atağının ürünüydü. Kim bilir buna nasıl bir son verdi?...

Vincent Van Gogh, tıpkı Virginia Woolf gibi, O’na ait olmadığına inanmak istercesine savaştığı sesleri resimlerinde göz ardı edebilmek için çıplak gözle görünen her ne ise onu resmetmeye gayret etmiş olmalı. Manik dönem bitimi ve depresyon habercisi olan bu sesler,  çöküşe ilerledikçe içinden çıkılmaz bir hal alır ve ses evreni, bilinçaltını konuşturur, tarif edilmez bir ıstırap verir. Bir noktadan sonra da benliğe hükmeder, kölelik ile mücadele isteği arasından sıyrılamayan beyin, andan bağını tamamen koparabilir. Ve koptuğu anda Van Gogh, kulağını bu ses yumağına kurban vermiş olmalı. İntihar etmiş olması muhtemeldir, çünkü bilincini hastalığa teslim etmiştir.37 yaşında idi. Ressam gibi öldü.

Dostoyevski, Rus Edebiyatı'nın büyük yazarlarından. 1821'de Moskova'da doğdu.Aşkları, evlilikleri, Avrupa seyahatleri, kumar tutkusu ve geçim sıkıtılarıyla geçirdi ömrünü. İnsanoğlunun çekebileceği acı ve bunalımların en ağır ve katlanılmazlarını en ince ayrıntılarına dek yaşayıp yansıttı. Özellikle 1866'da yazdığı "Suç ve Ceza" nın başkarakteri Raskolnikov'un, duygusal yelpazesini çok geniş tutmuştu. Sıtma nöbetleri, depresyon, sanrılar, öldürme isteği, yalnızlık, paranoya, aşk, dehşet bir korku gibi. Özgürlük arayışından ziyade, aidiyet hissiyatsızlığı vardı O'nda. 

Bipolarite; durulmayan bir beyin, dualite, sınırlarda gezmek, madde bağımlılığı, kanat tutkusu, manik-depresif uçları köklemek ve diplemek, masküler ve feminen ortaklığın evrimleşerek bedende oluşturduğu dual görüntü, yaratıcılık, derinlik, yanal anlam, mutasyona uğramak, çoklu yetenek, 

Deha, sığmamak, hızlı nabız, manide cesaret, depresyonda korku, hız, uyumsuzluk, hırçınlık, sanrılar, manide melekî, depresyonda şeytani hisler, beyaz ve siyah, kırmızı ve mor olmak, uykusuzluk, mistisizm, sıkça sıkılmak, yalnızlığa muhtaçlık, sesler, kokular, ilahi olanla bağ kurmak, spritüelite, yüksek sesli müzik dinlemek, yazmak, üretmek,  rock+klasik+ağıt gibi farklı türde müziklere eğilim, an’da olmamak, intihara yakınlık, farkının farkındalığı, hayvanlarla iletişim, M ve W olmak gibi spesiyaller içerir.

“Bipolarite”

“Bağımlılık zorunluluğu”

:(  “Fuck Of”   (:

 “Kanat Tutkusu-M

  “İç kanat, kapanma W” 

 “Ölüm-İntihar-Kopma”

 “İşaret dili-An’da olmayışı gizleme-Durulmayan beynin dikkatini dağıtmak”

  “Masküler & Feminen- Mutant Olmak-Uçları fethetmek”

“Mani Kopuşu-Kanatlar-Hız-Büyüteç-Dopamin patlaması”

 “Depresyon-Çöküş-Yok Olma isteği-Boşluk-Serotonin kıtlığı”

 “Hayvanlarla iletişim-Doğaüstü Güç-Telepati”

 “Dövme Tutkusu-Değişim arzusu- İşaretler-Yalnızlığa oyun arkadaşı yüzler”

INDEX
Abbie Hoffman -30 Kasım 1936-12 Nisan 1989 52 yaşında intihar etti. Politik aktivist.
Adam Ant-3 Kasım 1954 müzisyen.
Adrian Kelvin Borland- Joachim Pimento olarak bilindi.-6 Aralık 1957-26 Nisan 1999-41 yaşında öldü. Müzisyen.
Alan Garner-17 Ekim 1934. 77 yaşında. Yazar.
Alastair Campbell-25 Mayıs 1957 doğumlu - 53 yaşında-Gazeteci-politikacı-yazar.
Andrea Breth-31 Ekim 1952 doğumlu. Tiyatro yönetmeni
Andrew Johns-19 Mayıs 1974-36 yaşında. Rugby sporcusu.
Arthur McIntyre-31 Ekim 1945-26 Ekim 2003-58 yaşında öldü.
Barney Bubbles-30 Haziran 1942-14 Kasım 1983- 41 yaşında intihar etti. Symbol-Laden and Riddle-Laden isimli iki müzik kaydı var-Ressam.
Barret Robbins-26 Ağustos 1973-37 yaşında-Amerikan futbolcusu.
Ben Moody-22 Ocak 1981-30 yaşında-Rock Müzisyeni. Lithium isimli bir şarkısı var.
Bill Oddie-7 Temmuz 1941-69 yaşında-Komedyen.
Brian Wilson-20 Haziran 1942-68 yaşında- Rock Müzisyeni.
Burgess Meredith-16 Kasım 1907-9 Eylül 1997-89 yaşında öldü-Aktör.
Carrie Fisher-21 Ekim 1956-54 yaşında. Yazar.
Charley Pride-18 Mart 1938-63 yaşında-JazZ Müzisyeni.
Charmaine Dragun-21 Mart 1978-2 Kasım 2007. 29 yaşında öldü-Spiker.
Chris Kanyon-4 Ocak 1970-2 Nisan 2010-40 yaşında intihar etti- Boksçu.
Connie Francis-12 Aralık 1938-72 yaşında-Pop şarkıcısı.
Craig Owens-26 Ağustos 1984-26 yaşında-Rock müzisyeni.
Daniel Johnston-22 Ocak 1961-50 yaşında-Müzisyen.
David Strickland-14 Ekim 1969-22 Mart 1999-29 yaşında intihar etti-Aktör.
Delonte West-26 Temmuz 1983-27 yaşında-Basketbolcu.
Devin Townsend-5 Mayıs 1972-38 yaşında-Rock Müzisyeni.
Dick Cavett-19 Kasım 1936-74 yaşında- Şovmen.
Edgar Allan Poe-19 Ocak 1809-7 Ekim 1849-40 yaşında öldü-Şair ve yazar.
Edvard Munch-12 Aralık 1863-23 Ocak 1944-80 yaşında öldü-Ressam.
Emilie Autumn-22 Eylül 1979 31 yaşında. Müzisyen.
Eminem-17 Ekim 1942-38 yaşında-hip hop-rapper.
Eric Millegan-24 Ağustos 1974-36 yaşında-Aktör.
Ernest Hemingway-21 Temmuz 1899-2 Temmuz 1961-61 yaşında intihar etti. Gazeteci -yazar.
Florance Nightingale-12 Mayıs 1820-13 Ağustos 1910-90 yaşında öldü. Hemşire ve istatikçi.
Frank Bruno-16 Kasım 1961-49 yaşında-Boksör.
Gail Porter-23 Mart 1971-40 yaşında TV sunucusu.
Gene Tierney-19 Kasım 1920-6 Kasım 1991-70 yaşında öldü-Aktris.
Georg Cantor-3 Mart 1845-6 Ocak 1918-72 yaşında öldü-Matematikçi.
Henry Graham Greene-2 Ekim 1904-3 Nisan 1991-86 yaşında öldü. Yazar-eleştirmen.
Iris Chang-28 Mart 1968-9 Kasım 2004-34 yaşında intihar etti. Gazeteci yazar.
Jack London-12 Ocak 1976-22 Kasım 1916-40 yaşında intihar etti. Yazar.
Jackson Pollock-28 Ocak 1912-11 Ağustos 1956-44 yaşında öldü-Ressam.
Jaco Pastorius-1 Aralık 1951-21 Eylül 1987-35 yaşında öldürüldü. Bas gitarist.
Jane Pauley-31 Ekim 1950-60 yaşında-Tv Programcısı.
Jean Claude Van Damme-18 Ekim 1960-50 yaşında-Aktör.
Jenifer Lewis-25 Ocak 1957-54 yaşında. Aktris.
Jeremy Brett-3 Kasım 1933-12 Eylül 1995-61 yaşında öldü. Tiyatrocu.
John Clare-13 Haziran 1793-20 Mayıs 1864-70 yaşında öldü. Şair.
Jonathan Hay-13 Ağustos 1979-31 yaşında-Futbolcu.
Justin Furstenfeld- 14 Aralık 1975-35 yaşında-Rock Müzisyeni.
Kate Millett-14 Eylül 1934-76 yaşında-Yazar ve Aktivist.
Kay Redfield Jamison-22 Haziran 1946-65 yaşında-Klinik Psikiyatr.
Kerry Katona-6 Eylül 1980-30yaşında-Medya mensubu.
Kristin Hersh-7 ağustos 1966-44 yaşında. Müzisyen.
Kristy McNichol-11 Eylül 1962-38 yaşında. Aktris.
Kurt Donald Cobain-20 Şubat 1967-5 Nisan 1994-27 yaşında intihar etti. Rock müzisyeni.
Lee Joon-7 Şubat 1988-23 yaşında. Müzisyen-Solist.
Linda Hamilton-26 Eylül 1956-54 yaşında. Aktris.
Ludwig Eduard Boltzmann-20 Şubat 1844- 5 Eylül 1906-Fizikçi- 62 yaşında intihar etti
Mackenzie Taylor-8 Eylül 1978-18 Kasım 2010-32 yaşında intihar etti. Komedi Yazarı ve Yönetmen.
Macy Gray-6 Eylül 1967-43 yaşında. Müzisyen.
Margaret Trudeau-10 Eylül 1948-62 yaşında-Kanada eski devlet başkanı karısı.
Margot Kidder-17 Ekim 1948-62 yaşında. Aktris.
Mariette Hartley-21 Haziran 1940-70 yaşında. Aktris.
Matthew Good-29 Haziran 1971-39 yaşında. Rock Müzisyeni.
Maurice Benard-1 Mart 1963 48 yaşında. Aktör.
Maxim Adam Bemis-6 Nisan 1984-26 yaşında-Müzisyen.
Mel Gibson-3 Ocak 1956-55 yaşında-Aktör.
Michael Costa-15 July 1956-55 yaşında-Politikacı.
Michael Thalbourne-24 Mart 1955-4 Mayıs 2010-55 yaşında öldü-Psikolog-Parapsikolog.
Mike Doughty-10 Haziran 1970- 40 yaşında-Rock Müzisyeni.
Neil Cole-25 Mayıs 1957-53 yaşında- Politikacı.
Nick Traina-1 Mayıs 1978-20 Eylül 1997-19 yaşında intihar etti. Punk-Rock Müzisyeni.
Nicola Pagett-15 Haziran 1945-65 yaşında-Aktris.
Nina Simone-21 Şubat 1933-21 Nisan 2003- 70 yaşında öldü-Söz yazarı ve şarkıcı.
Odean Pope-24 Ekim 1938-72 Yaşında- JazZ Müzisyeni.
Otto Klemperer-14 Mayıs 1885-6 Temmuz 1973-87 yaşında öldü-Kompozitör ve Orkestra şefi.
Ozzy Osbourne-3 Aralık 1948-62 yaşında- Rock Müzisyeni.
Patrick Karel Kroupa-20 Ocak 1969 doğumlu. 42 yaşında-Yazar-Hacker-Aktivist.
Patty Duke-14 Aralık 1946-64 yaşında. Aktris.
Paul Gascoigne-22 Mayıs 1967-43 yaşında. Futbolcu.
Pete Wentz-5 Haziran 1979-31 yaşında- Rock Müzisyeni.
Peter Steele-4 Ocak 1962-14 Nisan 2010-48 yaşında öldü. Rock Müzisyeni.
Phil Graham-18 Temmuz 1915-3 ağustos 1963-48 yaşında öldü. İş adamı.
Phil Ochs-19 Aralık 1940-9 Eylül 1976-35 yaşında intihar vakası. Müzisyen.
Ray Davies-21 Haziran 1944-66 yaşında. Rock Müzisyeni.
Rene Rivkin-6 Haziran 1944-1 Mayıs 2005-60 yaşında öldü. Yatırımcı.
Richard Dreyfuss-29 Ekim 1947-63 yaşında. Aktör.
Rigoberto Alpizar-17 Nisan 1961-7 Aralık 2005 44 yaşında öldürüldü.
Robert Calvert-9 Nisan 1944 - 14 Ağustos 1988-Yazar ve müzisyen
Robert S. Corrington-1950 doğumlu. 51 yaşında. Felsefe profesörü.
Robert Schumann-8 Haziran 1810-29 Temmuz 1856- 46 yaşında öldü-Kompozitör.
Rosemary Clooney-23 Mayıs 1928-29 Haziran 2002- 74 yaşında öldü. Şarkıcı ve oyuncu.
Ruby Wax-19 Nisan 1953-57 yaşında-Komedyen.
Russell Brand-4 Mayıs 1975-35 yaşında. Komedyen.
Scott Weiland-27 Ekim 1967-43 yaşında. Rock Müzisyeni.
Sidney Sheldon-11 Şubat 1917-30 Ocak 2007-89 yaşında öldü-Yazar.
Sinéad O'Connor-8 Aralık 1966-44 yaşında-Müzisyen.
Sophie Anderton-14 Mayıs 1977 doğumlu. Model.
Spike Milligan-16 Nisan 1918-27 Şubat 2002-83 yaşında öldü-Komedyen.
Stephen Fry-24 Ağustos 1957-53 yaşında. Aktör.
Terry Hall-19 Mart 1959-51 yaşında-müzisyen.
Timothy Treadwell-29 Nisan 1957-5 Ekim 2003-en sevdiği ayı tarafından öldürüldü. Çevreci-doğa savaşçıcı ve belgeselci
Tony Slattery-9 Kasım 1959-51 yaşında-Aktör-Komedyen.
Townes Van Zandt-7 Mart 1944-1 Ocak 1997-52 yaşında İntihar vakası-Müzisyen.
Vincent van Gogh-30 Mart 1983-28 Temmuz 1890-37 yaşında intihar etti-Ressam.
Virginia Woolf-25 Ocak 1982-28 Mart 1941-59 yaşında Ouse nehrine cebine doldurduğu taşlarla intihar etti-Yazar.
Vivian Mary Hartley-5 Kasım 1913-7 Temmuz 1967-53 yaşında öldü-Aktris.
W. Axl Rose-6 Şubat 1962-49 yaşında-Rock Müzisyeni.

Yok Olduk

Kucaklaştık… Sımsıkı…
Önce bedenlerimiz, 
Sonra dudaklarımız …
Hücrelerimiz , atomlarımız…
Ruhlarımız  kucaklaştı…
O, ben bittik… Yok olduk..
Öylesine kucaklaştık ki …   
Biz olduk…
 Birbirimizi kucakladık ilkin
Tüm insanları kucakladık sonra…
Dünya o kadar ufaktı ki  kollarımızda
Kainatı kucakladığımızda…
Fikret Kalmuk

Perşembe

Biliyor musun sevgilim ...
Bu gün Perşembe günlerden ...
Ve sen aklıma düştün yine 
Bu asker ocağında ..
Kumral saçlarınla ...

Esirlerden farksız ...
Düşüncelerime kilit vurulmuş sanki ...
Ela gözlerimde şimdi ..
Uzun bir özlemin ıstırabı ...

Dışarıda kış 
Bütün şiddetiyle yine 
Yeni bir darbe indiriyor ...

Yanmayan sobasının   başında
Titriyor ... Fakir ....
Hakir görülür başkalarınca ...
Onların  evi sıcak ya....
Sofralarında
Her istedikleri var ya ...
.              
İşte onlarca, fakir
Hakir görülür ...
Görmesini bilmeyen gözlerine ...

Dışarıda kar yağıyor sevgilim ...
Beyaz kelebekler gibi uçuşarak ...
Ve bir adam yürüyor ...
Ağlayarak ...

Bu gün Perşembe sevgilim 
Seni düşünüyorum
Bu asker ocağında,
Kumral saçlarınla ....

Sonra... Bir komprador hırsıyla
Fakirin sırtına 
Bir darbe daha indiren kışı....
İhtiyar adamın 
Aklıma geliyor  gözyaşı ...

Perşembe'ye bakıyorum ....
Ağlıyor...
İnsan olmadığına  sevinerek ...
Ve  Perşembe olduğuna 
Utanarak ....
Fikret kalmuk

Bilmece

Aydını var. Deve mi, kuş mu ?
Eğitimi düz mü, yokuş mu ?
Siyasetci doğru mu, puşt mu ?
Acaba neresi ... Neresi?...

Bankası var, parası kara
Cumbabası tıpkı  bir mafya
Ülkenin tek sorunu, Af ya ...
Acaba neresi... Neresi ?...
Fikret Kalmuk/21 Kasım 2000

Kaf Dağı

Kaf dağının ardından
Çıka geldi ansızın…
Ne düşlerimde vardı
Ne hayallerimde
Yıllar önce yitirdiğim kadın…

Çok mu  içmiştim Tanrım ?…
Sanal mı… Gerçek mi?…
Karşımda duran aşkım…
Üç gün üç geceyi
Rüyada mı yaşadım ?..

Kollarımda sıktığım..
Tenini kokladığım
Murat verip aldığım
"Peki" deyip taptığım
O kadın, hayal miydi?..
Kaf dağının ardından
Beni yıkmaya mı geldi?...

Fikret Kalmuk/7.12.2006

Sol Majör Süit

Bir kitapçının önü
Vitrinde gözüme ilk ilişen: “Bach French Suite No:5 Piano G Major BWV 816” metot.
Direk girdim, kapıdan çıkan ses bir işaret!
Sibemol bu. Çağırıyor?
Göz dengem astigmat cümbüşü
Kulağım, rehber.
1700’lerden kalma bir hokkaya düştüm.
Renklerin arasından geçtim, kitapların olduğu kata doğruldum,

Köşede Grand piyano ve inadına “beyaz”.
Sobelendim: soluma mevzilenen kemik çerçeveli gözlüğe.
Fazla hipermetrop.
Siyahtı.
Suriye sınırındayım.
Yukarısı Lozan, aşağısı Mudanya
Misak-ı milli harekâtı: merdiven.
Ağır ağır çıkmalı diyor.
Merdiven çıkılası olsa, yokuşa sürmezdi.
Siyahla aramızda bir simsar: piyano.
Geciken açık arttırma, aceleyle fahiş fiyatına.
Satıldı!
Merdiveni önüme kattım ve kendimi azarladım.
Tek kurşunum kaldı.
Solak olsam iyi, piyanoyu vurabilirim.
Metotlar piyanonun arkasında.
Aşağıya!
Bu sefer merdiven: kurtuluş savaşı
Ağır bir aptallık çöktü.
Birinci basamağa sezonluk yerleştim.
Kıpırdatanı Vandalizm’den içeri, çekil diyeni Bakırköy’e.
Göğsümdeki ağrı, üzerimdeki çitaya hakaret.
Buldum!
Kamuflaj ve avlanmak
Merdiven-piyano arası iki adım
Diğerleri sessizliği okuyor
Gözler; popcorn, kulaklar; sürç-ü lisan
Direk üçüncü evre: yandım!
Yalnız, dişi, soğukkanlı ve saatte 100 km hızla
Yapraklardan ve köklerden oluşan: kütükhanedeyim
Birinci basamakla aramda bir bağ: fetüs
Yalnızlık ve dişilik: siyah çerçeve
Soğukkanlılık ve 100 km/saat hız: eril primat






















Sessiz argoyu bozan: “Bach French Suite No:5 Piano G Major BWV 816”
Beyaza siyah karışmış
Kapıdan çıkan ses bir işaret!
Fa# bu. Gidiyor?
Piyanist: “Brandenburg Kralı” J.Sebastian Bach
21 Mart, 1685 – 28 Temmuz, 1750
BWV: 816 No:5 1685. ???

Ateş Dansı: Bolero'

Yarının dünüydü.
Ayakta kalmak için geç,
Uyumak için erkendi.



Dün-bugün hattında
Sıkışmış bir kelebeğin
Ötenazi hakkına,
Sürreal bir fırça darbesi
Talepteydi.
Pencere; gizlenmiş bir bisikleti
Perde yönünde ispiyonluyor,
Gözlerim; çırılçıplak bir kadını
Bolerosundan tanıyordu.


Dünyanın en güzel kadını
Salvador Dali için;
Anarşi & monarşi
Picasso için;
Yalnız & paramparçadır.
Kübist manifesto, bittabi
Picasso ve çetesi tarafından
Çıplaklığın da ötesinde
Uzuvsal parçaların
Deformasyonu kararıyla
Reform olarak ilan edildi.
Bacak: engel
Kollar: engel
İki yüz: feedback yansımaları


Kadın; sevilmeyeceğini kavradığı an beğenilmeye oynar.
Komplo: ya herrü ya merrü
Bubi tuzaktır; kadınlıktan açtığı bahsi, erkeklik üzerine handikaba yatırarak tek kale libido deplasmanında gurur skoruyla, sahanın gayri resmî gâlibi olacaktır.
Zihnim fevkalâde surround...
Bana nerde olduğumu hatırlatan tek şey; kelebek.
Ölmemeli, kozasını delip zaman yanılsamasında kaybolmalı.
Benim gibi,  Joseph Maurice Ravel gibi.
Yay ve Koç Ateş dansı bu; Boléro (1928)


"Bolero benim tek şaheserim ama ne yazık ki içinde hiç müzik yok" –Ravel-
Eser; bir temayı, 18 kere tekrar eder, Ravel’i rahatsız eden bu muydu?
Tekrar: İspanyolca sevişmek…
Alkışlarla, kıvılcım saçmak
Fâni cehennemi ayaklar altına alıp
Ateş dansını mitolojiye,
                         Kadın ve erkeği Eros’a                          
Emanet edip susmak 


Hasta la Vista!

30.03.2011

İzdüşümden An'sımalar



 Ötedeki; çocuk gözümü

Dünyanızda ağladım

Ötedeki; ödünç düğümü

Dünyanızda bağladım


Masalcı; etten duvar ördüğü öğütsel ayinde, çemberin karanlığına çakılan ateş böceklerini gözlerde kırparken, iyileri başrol-ώ­- kötüleri baştacı -ψ- yapıyormuş.
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde; develer tellâl iken, pireler berber iken ben ninemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken,
               Sen; gecelerin yalnızlık salâsında siluetini içime gizleyen!
Beyaz masalların kara noktalarında yok olmaya var mısın? Adını hiç bilmediğim antik dizelerden kafiyeler haykırıyorum sana, bittiyse eğer satırbaşların, sondan kırık bir noktayı virgül eğle de gel!
Beydeba “Kelile ve Dimne”den La Fontaine’e anlattığı masallarda bir varmış bir yokmuş…

Sahaf; sararmış yaprakların yırtıklarını tek nüshada toplayıp, hayatın bayat deliğine ilikliyormuş.
Vesikalı; volta güzergâhında, hayatın kadın ücrasına taktığı gaddar kancayla, fâhiş beyefendinin lağım kapağını tarifesinde kaldırarak, adının sesli harflerini ıslıklıyormuş.
Lutiyer; sıyırdığı kıymıkları, ıslak bir nefesle bel oyuntusundan f deliğine üflüyormuş.
Çocuk; eline yapışan minnetin pür telâşlı gerçeklerine, Hacivat’la Karagöz’ün siyahî virgüller eğildiği oyunda, boya sandığında gizlediği bâkir umutlar kapısından, üçün biri eller sallıyormuş.
Hoca; alnını koyduğu seccadenin, geç fark edilmiş tersliğini kıbleden biliyormuş.
Şair; hoyratça ah çekerken, vasiyetini bardağın boş tarafına deviriyormuş.  
                            
Taksici; el ensede, taksimetrenin ehliyet ve ruhsatı nakavt etmesine sırıtıyormuş.
Cüzamlı; dökülen pullarından, derin göz çukurlarına iki ders bi güz balıklar işliyormuş.
Ressam; dünyanın kaç bucak olduğunu, palet cömertliğinde tuvale fırçalıyormuş. 
Kedi; sıcak ciğer ziyafetini, balkondaki güvercinin kanatlarıyla soğutuyormuş.
Hurdacı; kabir azâbını, eskimiş kunduraların çevirdiği pedallardan öğreniyormuş.
Mehmetçik; simülâtif harpların karın ağrılarını kuru fasulyeden çıkarıyormuş.
Bebek; meme ucunda kaşıdığı damağından, okul mendiline hevesli süt dişler çıkarıyormuş.
Fizikçi; düşeş zarın olasılığını hesaplarken, 6’nın kumarcı değil, tetikçi olduğunu not ediyormuş.
Sinek kuşu; an’da 50-80 kez çırptığı kanatla, Peter Pan’e U dönüşüyle pike yapıyormuş.
Grafiti; isyanı kurşunî hızda püskürtürken, yüzü yeraltını duvara karşı üsteliyormuş.
Gazeteci; faili meçhul cinayetlerin esrarını çekerken, gazeteleri k-ayıp örtmekle suçluyormuş.
Bıçak; kör sırtını, ustasının el emeğinde, keskinliğini veresiyelerde biliyormuş.
Güvercin; şehrin talihli omuzlarına, elektrik dizeğinden 4/4lük taziyelerde bulunuyormuş.
Terzi; sanatkârlığın söküğü dikilemez lâfını iğne deliği kısıklığında heyhey’lerle paylaşırken, tutmayan dikişlerini modaya uyduruyormuş.
Aktar; Sultan Ahmet’in avlusunda şakağından sakalına sürdüğü teri, papaz otu şurubuyla harmanlıyormuş.
Neyzen; nefs alıp, soluk verdiği âcizane aşikârda ilâhi’yle hasbıhal ediyormuş.
Saat; akrebin zıkkım iğnesini, yelkovan yönünde an’larca defa çıkmaza sokuyormuş.
Kitap; öğütlük lâflarında, kişisel kara deliğinden umumiyetle anahtarlar fırlatıyormuş.
Dilenci; avuç içi avuntularından, yalnızlığa verdiği bahşişleri çıkarırken hayatla bağdaş kuruyormuş.
Memur; kravatla tutunduğu dengede, dümdüz yolların delik adımlarından taş çıkartıyormuş.
Bisiklet; ayak kanatların, yokuşa sürdüğü tutkuda, şaha az kala, arka lastik freniyle matlanıyormuş.
Kum saati; deniz tuzunu dual an’lam camından alta doğru sızdırırken, bugünde dünü yarım kalmışlara, yarın da dolmuş zamanlar ayarlıyormuş.
Posta kutusu; müstakil yalnızlık katında, güvercinin ısıttığı mektuplardan teleskopik uzaklıklar dürüyormuş.
Simsar; ellerini cepkeninde ovuştururken,  şehre inmiş yaban domuzlarıyla hile değişip kafatası tokuşturuyormuş.
Lâmba; kusurların gölgelendiği oyunda, aydın giyimli karanlık gözlerin kaçamak kırptığı cevapları, kusurlu radar odalarından kapı eşiğine sızdırıyormuş.
Çoban; koyunları sıra sıra dağlarda gözü gibi güderken, kavalın delikleri gökyüzünü dikizlediğinde, sağdıç köpekler kepeneğe bürünüyormuş.
Kız; kırmızı rujunun kenarlık gölgesinde, küt saçlı çocuğa attığı son kazığı tekrarlarken, sol yanağına oturan derin gamzeyi ücra gözlerde gülümsüyormuş.
Ayna; hipnoza uğrayan yansımaları, yüzlerin iç odağında kristalize ederken, çocuk yüzde patlayan flaşla gözyaşlarını uyandırıyormuş.
Sigara; an’da aceleyle inzivaya çekilirken, bırakılan dudak payındaki intiharı tutuksuz yargılıyormuş.
Sarraf; zenginliğin açık ara bollaştığı kıtlıkta, som bedelleri 14 ‘e ayarlarken, dilenci avuçların sır tuttuğu âb-ı hayâtı, bakır taslı mermerin oyuk harflerinden sızdırıyormuş. 
Yılan; küçükken ayaklarla ezilen başların, büyüdüğünde baş olan ayaklar ormanında, alçak sürünen kıvrımlı tuzaklarla, kızıl kursaklara ettiği sevinç zerkinin mor ötesi öçlerini alıyormuş.
Çöpçü; karanlığın ağır kokusunda, uyuyan güzellerin vardiyasını, sönmeyen bekçilerin ıslığından emanet alıyormuş.
Kelebek; zar kanatların üç günlük mükemmelliğinde, el işçiliği taze renklerinden, geçici güzellik iksirleri serpiştirirken, kısa zamanda uzun ayaklı yaşamlar tadıp kanatlarının yer-gök arası zayıflığını mucizeye döküyormuş.
Irmak; derin akıntıların, şeffaf kıyılara vurduğu sığ sularda, kanatları bulutlarda çağlayan bir çocuğun gözlerini rahmetle ağlıyor, O ki; avuçlarında taşıdığı çocuklarını, kirpiklerinden kavrayıp kucağına alıyorsa, sevgisinde öldürüp aydınlığında diriltmeye cemrelerce ant içiyormuş.
Deli;  yel değirmenlerinin gölgesine açtığı dev savaşta, akıllının güneş çorağında inşa ettiği kumdan kaleyi, yılkı atının yelesinden savurduğu şövalye kılıcıyla fethediyormuş.
Memleket; inadına yokuşa sürgün verirken, emaneten bağladığı sağlam kazıkta eşeklerle çakalları hususi hoşaflarla besliyormuş.
Park; çocuk tımarhanesini, oyuncak seslerle ana dilinde konuştururken, rengârenk gözlerin kiri; siyah ve beyazı, öte-dünyadan seslendirilen boğuk cümlelerde, matrix- fetüs arası sonsuz km. kanat gücüyle, “neden” üzerine sakız aromalı takıntılar esneten fantastik çocuklara ev sahipliği yapıyormuş.


Kadın; ödipal kahkahaların zevkini, dil ucunda beslediği aftlardan çıkarırken, gölgesine sığındığı ulu anaç’a oğullar yaratıp kızlar doğurduğunda, incir yaprağından savurduğu pençelerle dişil avların gözlerini, kürkünde biriktiriyormuş.
İntihar; bazen bilinmeze çekilen restin huzursuz bıraktığı leş yüzleri, bazen de hafif hayatın işgüzar yüklerini pahalıya sürdüğü kararlı işleri andırıyormuş.
Karga; beyaz olmanın dayanılmaz hafifliğine karşı, 200 yıldır giydiği hakim yaka siyah frakla, çatı baca arasında cirit atarken, martıların doyumsuz tabiatları üzerinden nemalanıp, ona atılan iftiraları zekice yalanlıyor, söz konusu ceviz politikası için de üstü kapalı tüyolar veriyormuş.
Dejavu; masal dakikaların ilerlediği zamanda atılan adımların geri vites takıntısını,  an’da çoğalma izlenimiyle bilinçsiz gözlere yanılma hakkı tanıyormuş.
Çarmıh; teslis çoğunluğun ortasındaki mono günah keçisinin, azap yerlerine aşka talip çiviler saplayarak, başın sağ cenahta kutsal babayla kavuşmasına pozitif bakıyormuş.
Koku; prehistorik ormanların vahşet-i terfîsini, 6 milyar primat ordularına etmesinden bu yana, sosyal hayvanlık paylaşımında kuyruksallayanlara istinaden misk-i amberini köşelere bırakmadan geçmiyormuş. 
Müzik; hafızaların ilklere adadığı ezgileri ağır aksak yalnızlığın karın boşluğuna fısıldarken, O’nla ürpermenin en yollu gidişinde eller sineye cepken çekilmeyi, azâbın kısık sözlü ritmiyle nakaratlıyor, O’na meyil yüz sürmenin en yürek kemiğini sıradaki istekte parçalıyormuş.
Talebe; haytalıkla zorbalık arasında ortanca ilan edilmenin kaçınılmaz rahatsızlığını, başıboş fikirlerle sıra arasında oluşan çekim yasasıyla dindirirken, tümsek yüzlü dev aynada platonik kusurlar sevip, kronik dalgalanmalar yaşıyormuş.
Köpek; zevkle sakladığı kemiklerin toprağını eşelerken, ne aradığını unuturcasına kazdığı serin çukurda, gövdesiyle dayandığı insan kucağından daha derin şükranlar duyarak yattığında, ıslıklarla aynı anda inleyen huzurun şaşkın kulaklarını sahibinin gözlerine dikiyormuş.
Koleksiyoncu; tarihin doğurup sokağa attığı başıboşlarını, eski diye başucu yakınlığında değerlerken, antik düşünürlerin çöpe attığı samanlı hallerin hülyasına derin muhabbetler besleyip, burnu ve kulakları aynalarda boy atarken, çocukluğunu arşivin ilk cilt tazeliğinde çürütüyormuş.
Tımarhane; akıl yaşların delibaşlarda çıkan sessiz kendiliğini ölçerken bozduğu asaplar, tek elden çıkma mahkûmluk gömleklerin terzisini bir yerlerde sıkıştırma olasılığına duyulan şevkle, beyaz yakalıların suratlarında beliren öteki yaftasını duvara tükürüp, normalin kendisine biçilen pahadan bi haber olduğunu hatırlatarak, düşmüşlüğe üşüşen tıp yılanlarının kurduğu sayısal düzene deliliği kökleyerek katlanıyormuş.

Arkeolog;  fırça dokunuşlarıyla ettiği ince tahrikten habersiz, prehistoriklerin de cansı hisler taşıdığını göz ardı ederek, nefesi nefesine karışan tarihin toprak altına sızan aydınlığa duyduğu platoniği anlayabilmesine imkân tanımayan ölü ellerin, ustalığından söz ediyormuş.

Vapur; Arşimet’in bağıra çağıra hamamı bilime kattığı bakır taslı tarifsiz icattan bu yana, toprağı ve havayı yokluğunda, ateşi varlığında söndüren bereketin kaynağına muhalif dururken, yolcuların içlerinden kalkan seferî dümeni, avuç içi çizgilerinde bir sağa bir sola sallıyormuş.
Sek sek; okul tahtasından ödünç alınan tebeşir yüklü mikro füzelerin, mahallî kaldırımlara açtığı savaşı, istilâ haritası üzerinden çocuk adımlarla izlerken, tek ayak sekilen 8 rakamın kuralını evrensel kılan şeyi düşündüğünde, 1-2-3-4-5-6-7-8 diye çıkılan yolun dönüşünde, 6’nın 9, 3’ün ise Єpsilon indiğini fark ediyormuş.
Karınca; beden ağırlığından daha cömert erzaklar yüklenmeyi bir borç bilirken, bilinmezin engebeli yollarında sarf ettiği ibret-i gayretini toprak oyukların kıble yönünde paylaşıp, ailevi rızkını bireysel kahramanlık tünelinde zaman mevhumuna takılmadan biriktiriyormuş.
Yalan; kimi ağızların soy kütüğüne çakılan isimden, kimilerinin de hamuruna karılan dilden atıp tuttuğu tuhaf sözleri, yırtılan kefenlerde teneşirle paklıyormuş.
Hapishane; mikro ölçekli hiyerarşinin badi yatağında düşman sevmeyi adet edinirken, Dışarıda cömertçe kullandığı eli kapana kısan volta adımların, id’i kökleyerek iktidar vahşetinde mühimmat tezgâhladığı satışlarda, gariban yüzlere dolanan üçkâğıdı, bulsan da karayı aldın nanayı dalgasıyla geçiriyormuş.

Eşcinsel; deliksiz hayattan delik sorunsalları edinirken, ödipal cinayetlere kurban verildiğinden habersizce sevdiği annesini, bugün baş tacı yapacağından hiç şüphe duymuyorken, bir bedende yaşayan iki kişi çeyiz sandığına tıkılıp anahtar deliğinden ilişkiler kurduysa yarın işlenecek en büyük günahı, bilinçaltından korkuyla eşdeğer kusacak ve tanrıçayı kendi zehriyle en kutsal yerinden hançerleyerek onun bıraktığı yerden monarşi kuracakmış.
Göz; öte dünyanın yürekle bir açtığı kapıdan cenah seçerken, ince kırmızıçizgide safını lâyıkıyla oynamayanları mim radarında işaretleyip, grinin dalkavukluğuna yüz sürenleri sınır dışı ederek beyaza çalınan lekeleri siyaha teslim ediyormuş.
Mor; renk kalabalığında uzun süredir suskun görünüp, yeraltında siyahla toprak sahipliği sürerek illegal işlere muhalif seçilirken, cesaretle korkunun uç noktalarında melankolik kanatlar çırptığında, diğer renkler cennet ve cehennemle plâtonik, o mitoloji ve metafizikle kronik aşk yaşıyormuş.
Ateş; arınmanın beden dilini temsilen suyun mızıkçı acelesine verdiği öğüdü, ruhani zeminlerde yok edip havaya bahşiş savururken, gücün yanan yüzünü toprağa bağışlayıp, zarsı tözlerini gözün bebeğiyle kundaklıyormuş.
Hırsız; ele avuca sığmaz ihtiyaçlarla çat kapı kilidinden günahsız delikler zorlarken, çalma tutkusuna karın doyurmaz sırtlanmaları, acayip hayallerle eş seçtiğinde, yabancı yüzlerde ganimet besleyerek sır gibi tuttıuğu elini tiryakilikten sıyıramıyormuş.
Dudak; kokuyu duymadığı yerde etçil kavrayışın tadını almıyorken, yarı ıslak hoşlanma kirpik kısıklığından bir yanın mutlak eğildiği açıyı muhabbetle onaylarken, dil-diş nöbetinin can yakıp şehvet taktığı akışkan alışverişte, kalbin duymadığı gözlere fermuar çekiyormuş.
Radyo; kısık sesli hâlin deliğinden yerel dilli rivayetleri kulaklara ularken, hâne damın bacası lastik dumanlar öksürüp, hanım ninenin yüzü çeyizlik tepsiyle el dokuması kilim şeritleri geçerken, göz ucuyla kestiği sobanın çay ve kaşıkla olan benzerliğine reklam alıyormuş.
Çita; yalnız avlanmayı mecbur kılan hız tutkusunu hırsla coştuğu manevralara borçluyken, doğanın ıskartaya çıkardığı uzak kokunun tatlı sert izinde, ayaklarının yarı uçar sıçramalarından savrulan pençeyi avının şah damarına kilitlediği anda, aşırı süratten örselenen aciz leşini ininde yem bekleyen küçük vahşilere sunuyormuş.
Siyah; kıtlığı, yoksulluğu ve açlığı terazide tartıp,  ölümü müjdeleyen mahşerin dört atlısından üçüncü savaşçısını simgelerken, yeryüzünde aykırı, isyanî ve ruhanî zekânın karanlık paylaştığı gizli localarda kuvvetini geceden alıyormuş.
Aşk; insan yüreklerin aciz kıymet üstünden pazara çıkardığı ciddiyeti, ayna tacirlerinin benlikler yansıttığı göz alıcı oyununda, kamaşan gözlerden esirgediği hiçliğin sır tahminleri sırasında araladığı kapısından, yalnız rengine sâdık kalanları buyur ediyormuş.
Ölüm; azrailin listesine çalınan karayı toprağa serpiştirmeden çok önce, pamuk helvanın dolanması gibi “tahtadan” çubuğa, hayat okulunu sırtta tabut gibi omuzladığımız ömür-ecel yolunda, ağaçsız bir tek öğretiye rastlayamazken, rıhtımda bulutsu merakların da ötesinde beklenen hasrete, fasulye sırıklarından ödünç kucaklar açıyormuş.