“Vecdin ilimde erimesi, ilmin vecd içinde kaybolmasından yeğdir.” Cüneyd-i Bağdadi

Oluşum ve Kökler

DNA
Deoksiribonükleik asit (DNA), tüm organizmalar ve bazı virüslerin canlılık işlevleri ve biyolojik gelişmeleri için gerekli olan genetik talimatları taşıyan bir nükleik asittir. DNA’nın başlıca rolü bilginin uzun süreli saklanmasıdır. Protein ve RNA gibi hücrenin diğer bileşenlerinin inşası için gerekli olan bilgileri içermesinden dolayı DNA bir kalıp, şablon veya reçeteye benzetilir. Bu genetik bilgileri içeren DNA parçaları gen olarak adlandırılır, ama başka DNA dizilerinin yapısal işlevleri vardır, diğerleri ise bu genetik bilginin kullanılmasının düzenlenmesine yararlar. 

Kimyasal olarak DNA, nükleotit olarak adlandırılan basit birimlerden oluşan iki uzun polimerden oluşur. Bu polimerlerin omurgaları, ester bağları ile birbirine bağlanmış şeker ve fosfat gruplarından oluşur. Bu iki iplikçik birbirlerine ters yönde giderler. Her bir şeker grubuna baz olarak adlandırılan dört tip molekülden biri bağlıdır. DNA’nın omurgası boyunca bu bazların oluşturduğu dizi, genetik bilgiyi kodlar. Protein sentezi sırasında bu bilgi, genetik kod aracılığıyla okununca proteinlerin amino asit dizisini belirler. Bu süreç sırasında DNA’daki bilgi, DNA’ya benzer yapıya sahip başka bir nükleik asit olan RNA’ya kopyalanır, bu işleme transkripsiyon denir.

Hücrelerde DNA, kromozom olarak adlandırılan yapıların içinde yer alır. Hücre bölünmesinden evvel kromozomlar ikilenir, bu sırada DNA ikileşmesi gerçekleşir. Ökaryotlarda (yani hayvan, bitki, mantar ve protistalar) DNA’larını hücre çekirdeği içinde bulundururlar, buna karşın prokaryotlarda (yani bakteri ve arkelerde) DNA hücre sitoplazmasında yer alır. Kromozomlarda bulunan kromatin proteinleri (histonlar gibi) DNA’yı sıkıştırıp organize ederler. Bu sıkışık yapılar DNA ile diğer proteinler arasındaki etkileşimleri düzenleyerek DNA’nın hangi kısımlarının okunacağını kontrol ederler.

Demir

Atom numarası 26 olan element. Periyodik cetvelin VIIB grubunda yer alır. Demir, evrende çok bol bulunan bir elementtir. Gümüşümsü ve parlak renkli metal, önemli manyetik özellikler taşır.
Demir genellikle saf metal olarak değil, alaşım olarak kullanılır. Çünkü saf demir oldukça tepkendir ve özellikle nemli havada hızla paslanır.
Bitki ve hayvan yaşamında önemli bir bileşendir. Hemoglobin için anahtar nitelikte bir elementtir. Hemoglobindeki demir atomu, kan dolaşımında oksijenin taşınmasından sorumludur.
Aksi belirtilmedikçe, demir bileşikleri toksik olarak kabul edilmelidir. Demir eksikliği anemiye neden olur. Bedendeki demir fazlalığı da karaciğer ve böbreklere zarar verir.


Safran Çiçeği

Kültür bitkisi olan safran (crocus sativus), sonbaharda çiçek açan ve doğal yaşamda kendi başına bulunmayan çok yıllık bir bitkidir. Sonbaharda çiçek açan Doğu Akdeniz’in Crocus cartwrightianus bitkisinin kısır bir triploid mutantıdır. Botanik araştırmalarına göre C. cartwrightianus bir zamanlar düşünüldüğü gibi Orta Asya’da değil Girit’te ortaya çıkmıştır.

Safran bitkisinin ortaya çıkışı ise C. cartwrightianus yetiştiricilerinin daha uzun tepeciklere sahip bitkiler üretebilmek için yaptıkları aşırı yapay seleksiyonun sonucudur. Kısır olmaları nedeniyle safran bitkisinin mor çiçekleri üretken tohum üretemez ve çiçeğin üremesi insana bağlı kalır. Toprak altında kalan ve üreme organı görevini yapan soğanlar toprak kazılarak çıkarılmalı, bölünerek ayrılmalı ve tekrar dikilmelidir. Bir soğan yalnızca bir mevsim yaşar, bölünerek yaklaşık on tane soğancık üretir ve bu soğancıklardan yeni bitkiler ürer.Soğanlar yaklaşık 4,5 cm. çapında küçük kahverengi yuvarlardır ve sık bir hasır şeklinde paralel lifçiklerden oluşmuştur.

Bir yaz uykusu geçirdikten sonra topraktan, 40 cm.’ye kadar büyüyen, beş ila onbir adet dar ve dik yeşil yaprak çıkar. Sonbaharda mor tomurcuklar kendini gösterir. Ekim ayında, diğer tüm çiçekli bitkiler tohumlarını bıraktıktan sonra açık pastel leylak renginden daha koyu bir mor renkte parlak renkli çiçekleri açar.Çiçek verdiği sırada bitki 30 cm.’den daha yüksek değildir.Her çiçeğin ucunda üçlü bir erkeklik organı bulunur ve bunların ucunda 25 – 30 mm.’lik koyu kırmızı tepecikler yer alır.

Safran Çiçeği (Crocus Sativus)



Mersin Ağacı 

Mersin Ağacı, keskin kokulu, derimsi yapraklar taşıyan mersinler yaz kış yeşil kalabilen çalı ya da ağaççıklardır. Bu ağaçlardan bir yaprak koparıp ışığa tutacak olursanız yaprağın yüze­yinin saydam noktacıklarla kaplı olduğunu görürsünüz. İşte bu noktacıklar yapraklara keskin koku veren uçucu yağın toplandığı yağ kesecikleridir.

Mersingiller (Myrtaceae) familyasında yer alan bu bitkilerin özellikle tropik yörelerde yetişen 16 kadar türü vardır. Bunların içinde adi mersin (Myrtus communis) Akdeniz Bölgesi'ne özgü tek türdür. Adi mersin 3-4,5 metre arasında boylanabilen bol yapraklı bir çalıdır; yazın açan hoş kokulu çiçekleri daha sonra morumsu siyah, etli meyvelere dönüşür. Halk arasında meyvelerinden ishal kesici, antiseptik ve iştah açıcı ilaç olarak yararlanı­lır; yapraklarından çıkarılan uçucu yağ (mer­sin esansı) ise gıda ve parfüm sanayisinde koku verici olarak kullanılır. Türkiye'de de Akdeniz ve Ege bölgelerindeki dağlarda ya­bani olarak yetişen bu bitki, Avrupa'ya çok eskiçağlarda yayılmıştır.

Eski Roma'da, aşk tanrıçası Venüs'ün simgesi olarak kabul edildiğinden kentin her yerinde, özellikle de tapınakların çevresinde yaygın olarak mersin ağacı yetiştiriliyordu. Gene aynı dönemlerde Romalı kadınlar mersin esansı katılmış sularla yıkanıyorlardı. Mersinlerin içinde değişik ik­lim koşullarına karşı en dayanıklı tür olan adi mersin bugün de dünyanın pek çok yerinde süs bitkisi olarak yetiştirilmektedir.

"Guava" denen Şili kökenli bir mersin türünün (Myrtus ugni) beyaz çiçekleri ise döllendikten sonra kırmızı meyvelere döner; bu meyveler yetiştiği yörelerde yemiş olarak tüketilir.



Mersin Ağacı (Myrtus communis)